Huzurevi mi, Gestapo karargâhı mı?
Huzurevinde dövülen yaşlılar, ya da bakıcısı tarafından hırpalanan çocuklar zaman zaman Türkiye’nin gündemini meşgul eder...
Görüntülere yüreğimiz dayanmaz, üzülürüz, kızarız, söyleniriz...
Geçenlerde de böyle oldu: Bir huzurevinde çekilen görüntüler içimize oturdu...
Yaşlı insanlar, huzur için kaldırıldıkları huzurevi yetkilileri tarafından dövülüyordu.
Buna ilişkin bir sürü televizyon programı, gazete haberi yapıldı. Ama hiçbiri can alıcı soruyu sormadı:
“Yaşlılarımız neden kendi evlerinde değil de huzurevinde kalıyor?” demedi.
Neden sahi?..
Biz ki, aileyi çocuklar ve yaşlılar eksenine oturtmuş bir toplumsal yapının mirasçılarıyız. Geleneksel aile yapımız çocukları sevmek, yaşlılara ise sevgi-saygı göstermek üzere kurumlaşmıştır.
Başka türlü davranışları toplum “Frenkmeşreplik” (yabancılara benzeme çabası) saymış ve dışlamıştır...
O kadar ki, yaşlılara sevgi ve ilgimiz, Osmanlı Devleti’ne gelen Türk düşmanı yabancıları bile etkilemiş, bunlardan Fransız Guer, “Moeurs et usages des Turcs” ismiyle yayınladığı kitabında şunları söylemekten kendini alamamıştır:
“Türklerin ana-babalarına karşı besledikleri hürmet takdire şayandır... Türkler arasında bir aile reisinin çocukları üzerindeki nüfuz ve itibarı, ilk resullerin evlâtları üzerinde haiz oldukları hakimiyetin aynısıdır...” (Moeurs et usages des Turcs, Paris 1746-1747).
Bir başka Türk düşmanı, Sir James Porter (İngiltere’nin İstanbul sefirlerinden) ise şunları yazmıştır:
“Türklerde baba sevgisi çok kuvvetlidir. çocuklarda sonsuz bir itaatle birlikte, evlâtlık vazifesiyle alâkadar olabilecek her şeye karşı sarsılmaz bir bağlılık görülür. Terbiye tarzının bir sonucu olarak, Türklerde büyüklerine karşı son derece saygı ve yaşları ilerledikçe ihtiyarlara karşı büyük bir bağlılık hasıl olur.
Osmanlı toplumuna hayranlık duygularını dile getiren yalnızca Guer ile Sir James Porter’den değidir. Fransız yazar A. Castellan da 1811’de yayınladığı “Lettres sur Grece, l’Hellespont et Constantinople” isimli eserinde Türklerden hayranlıkla söz etmektedir...
Yer darlığı sebebiyle tek cümlesine yer verelim:
“Türkler ihtiyarlarla çocuklara hürmet ve riayet (uyum-itaat) gösterirler.”
Şimdi de A. Ubicini’yi dinleyelim:
“İhtiyarlar, hiçbir yerde, Türkiye’de olduğu kadar hürmet görmedikleri için, günlerini pek tatlı geçirmektedirler.” (La Turquie actuelle, 1855, Paris).
Fransız gezgin Dr. A. Brayer ise 1836’da Paris’te yayınlanan “Neuf Annees a Constantinople” isimli eserinde, Osmanlı toplumuna hâkim olan sevgi, saygı ve dayanışma ruhunu analiz ettikten sonra, şunları söylüyor:
“Türkiye’de çocuklar yetişip adam oldukları zaman analarıyla babalarını yanlarında bulundurmakla iftihar ederler. Böylece, küçükken onlardan gördükleri sevgi ve şefkate karşılık vermekle mutlu olurlar...
“Başka memleketlerde (bugün örnek aldığımız Batı’da) ise çok defa çocuklar olgunluk çağına girer girmez analarıyla babalarından ayrılmakta, maddi menfaatleri hususunda onlarla çekişe çekişe tartışmakta, hatta bazen kendileri refah içinde yaşarken, anne babalarını sefalete terk etmekte, onlara adeta yabancılaşmaktadırlar.”
Aynen böyle oldu, sevgili dostlarım...
Yaşlılarımıza yabancılaştık...
Kendi iman ve kültür kaynaklarımıza yabancılaşıp yaşlılarımızla yakınlaşmamız elbette mümkün değildir.
önce kendi iman ve kültür kaynaklarımızdan koptuk.
Elin Fransız’ı bile öyle diyor: Yaşlılara sevgi ve hürmetin kaynağının “din” olduğunu söylüyor. Buyurun, okuyun:
“İslâm Dini’nin mânen zincirlemiş olduğu hakiki Müslümanlar, ancak onun kendilerine çizmiş olduğu daire dâhilinde hareket edebilirler...”
O dairenin dışına çıkmak, bizi tüketti!
“Modernleşme” adına yaptığımız yanlışlar yüzünden sevgi bağlarımız koptu. Anne-babalarımız huzurevlerine, çocuklarımız kreşlere savruldu.
Eskiden farklı bir hayat felsefemiz vardı. Huzurevi filan bilmezdik. Yaşlılarımız başımızın tacı, çocuklarımız derdimizin ilacıydı...
Yaşlıları ve çocukları “bereketin kaynağı” sayar, onlara gösterdiğimiz ilgi ve sevginin seviyesi oranında Allah tarafından ödüllendirileceğimizi düşünürdük.
Anneye-babaya “of” dedirtememeye ayarlı bir hassasiyetimiz, anne-babanın hakkını ödemeye yönelik bir hayat düsturumuz vardı.
Kendimize Fransızlaştık! Fransızlaştığımız oranda da güzelliklerimizi yitirdik. Dr. Brayer’in yakındığı Batılı toplumlara benzedik.
Artık yaşlılarımızı huzurevlerinden, çocuklarımızı kreşlerden topluyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.