'Tedbir' diye tökezlemek, tedbirsizlikle tökezlemekten beterdir!
Başbakan Erdoğan’ın, bazı hedeflerini gerçekleştirmek için, kendisine göre bir takvim belirlediği ve bir zamanlama planı yaptığı anlaşılıyor..
O hedeflerini o plana göre gerçekleştirmeye çalışıyor.. Engellerle karşılaşırsa, erteliyor, erteleyecek şekilde manevra alanları bırakıyor kendisine ve amma, o hedeflerini tamamen terketmiyor.. Bu da bir siyasetçinin hakkı olarak kabul edilebilir.. Bunu bir çok davranışlarında görmek mümkün.. Beyninde gizli bir ajanda taşımıyor.. Nelerin nasıl olmasını istediği, hedeflediği, aşağı yukarı zaten biliniyor.. Sadece onları uygulamaya koyma zamanını kendisi belirliyor.. Cumhurbaşkanlığı seçiminde takib ettiği usûl, bunun en belirgin örneğidir. Halbuki, siyaseti entrika olarak anlayan ve ‘Müslüman’ kimliğiyle bilinen nice kişiler bile, ‘Tayyîb’i biliriz, Abdullah’ı aday gösterir gibi yapıp, onu harcamak istiyor..’ diye fitne-engiz yorumları yazabiliyorlardı.. Ve amma, o, bu gibi ‘erbab-ı siyaset’in ve siyaset kurtlarının bütün bu yorumlarını boşa çıkarmıştı.. O, anlaşıldığı kadarıyla, risk almayı da göze alarak, hedefine kendi karar ve iradesine göre ilerlemeyi esas alıyor.. çünkü, asıl sorumlu ve bedel ödeyecek olan kendisidir. O halde, başkalarının teşvikıyle hareket edip tökezleyeceğine; bedel ödeyecekse, kimseyi suçlamadan, kendi irade ve tercihinin bedelini ödemeyi tercih ediyor.. Bu da anlayışla karşılanmalıdır. Zira, arabayı devirene yol gösteren ve eleştiren çok olur..
Tayyîb Bey’in, ‘insanların nasıl giyineceğine, devletin, hele de insanların inançlarına müdahale olacak şekilde karışamaması’na dair görüşleri ve kamuoyunda kısaca ‘türban’ diye anılan tartışma konusundaki son tavrını da bu çerçeve içinde değerlendirmek mümkün..
Ancaaak.. Uygulamalarda karşılaşılan problemlerle ilgili gereken tedbirlerin alınıp alınmadığı konusunda tereddütler yine de yok mudur? Mesela, Ecevit zamanında, bağımsızlık ve özerklik verilen bazı kurumlara haddinden fazla bağımsızlık ve özerklik verildiğinden, sonunda bizzat Ecevit’in bile -kendi başbakanlığı döneminde- yakındığını hatırlayalım, 7 sene öncelerde.. Bu gibi temel bağımsız veya özerk kurumların kanunî yetkileri, sırf karşımıza problem çıkardıklarında değil, normalde dahi, anormal bir şekilde olduğundan, şimdiden ihtilaflar ortaya çıkmadan giderilemez mi?
Meselâ, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, (ki, bir de Askerî Yargıtay’ın var olması, adâlet anlayışına daha bir aykırıdır..) Danıştay, Sayıştay, YöK, YAŞ, RTüK, TRT, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, üniversiteler, Merkez Bankası ve diğer kamu bankaları vs. özerk veya bağımsız kurum veya kuruluşların teşkilat, salâhiyet ve sorumluluklarına dair kanunlarda var olan yığınla muğlaklıklar, karşımıza hiç bir ihtilaf konusu, bir ayak direme çıkmadan, normalde dahi görülüp, yeniden düzenlenemez mi? (Son olarak, yüksek bürokratların yargılanmalarına dair, yeni kanun tasarısından Genelkurmay Başkanı ve kuvvet kumandanlarının yargılanmalarına dair konunun çıkarılmasının ‘hikmet-i hükûmet’i topluma izah edilememiştir; tıpkı, -nereye varırsa varsın, gideceği yere kadar gidilecektir..- denildiği halde, TSK’ya dayanınca takib edilemeyen- Şemdinli İddianamesi’nin ve o dosyanın başına gelenlerde olduğu gibi.. Keza, bazı kamu görevlilerinin suç işlemek hakları varmış gibi, Rektörler Kurulu açıklamaları veya ‘TSK’nın 27 Nisan Muhtırası’ gibi konularda kanunen bir şey yapılamamasından çıkarılacak derslerle, kanunî düzenlemelerin şart olduğu hatırlanmış mıdır, bilinmiyor.. ) Az değil, 5 yıllık bir dönem geride kaldı.. Evet, toplumun yüzükoyun kapaklandığı bir felaketli dönemden geçildi.. Ama, restorasyonda da daha fazla gecikilmemeli.. (‘çok hızlı gitme, belâya yetişirsin, çok yavaş gitme, belâ sana yetişir’ anlayışını da unutmamak gerek..)
Bu arada, Devlet Bahçeli’nin, Anayasanın 10. maddesinde bir değişiklik yapılarak, ‘her türlü kamu hizmetinin sunulmasında ve bu hizmetlerden yararlanılmasında da eşit davranılması’ ibaresinin eklenmesiyle ilgili önerisi iyi değerlendirilmelidir.. Ama, görülüyor ki, yeni anayasa taslağını hazırlayan komisyonun başkanı Prof. özbudun bu öneriyi,‘Zâten mevcud 10’uncu madde kamu hizmetlerinin verilmesinde ve ondan yararlanmada eşitliği kapsadığı için, yeni bir şey getirmiş sayılmayacaktır..’ diye sulandırmaya çalışanlar arasında yer almaya hazırlanıyor..
Evet, Tayyîb Erdoğan kitlelere hitaben güzel konuşuyor ve kitleler de ona büyük çapta itimad ediyor; ama, şikâyetçi olduğu konuların pek çoğunda, ‘tedbir’ diye diye tökezlemek gibi bir noktaya doğru da yaklaşmıyor mu? ‘Bir de tedbirsizlik et de tökezle!.’ demiyoruz, ama, sermayenin erimemesine dikkati çekmekte de fayda yok mu?
* İKİ NOT: 1-Zeki Sezer’in zekâsı: Ecevit partisinin başkanı Zeki Sezer, T. Erdoğan’ın başörtüsüyle ilgili son konuşmasının zamanına dikkati çekmiş, aklınca.. ‘16 Ocak, Khomeynî’nin 1979 yılında İran’a dönüş gününün yıldönümüdür, umarım bu bir tesadüftür, ama, Başbakanın danışmanları pek tesadüfe yer bırakmaz..’ demiş.. Ancak, onun ‘sezer’liğinin hiç de ‘zeki’ce olmadığını ve danışmanlarının da kendisini yanılttığını belirtmeliyim. çünkü, İmam Khomeynî, 1 Şubat 1979 günü dönmüştü, İran’a..
2-Bir üstün zekânın sönüşü: ‘11 Eylûl 2001 Saldırıları’nın hemen sonrasında ünlü bir Amerikalı, Tokyo Radyosu’nda bu saldırı şeklini alkışlıyor ve ‘Bunlar muhteşem buluşlar!. Amerika’ya ölüm!’ diyordu. O, bir zamanların dünya satranç şampiyonu, Bobby Fischer’di..
1943 doğumlu olan Fischer, 13 yaşındayken, Amerika satranç şampiyonluğunu kazanan bir dâhi olarak görülüyordu. Zekâ seviyesinin ölçütü olan, IQ (ay-qu)’su, 184 idi. (Bush’unki, 85 civarında imiş..) ünlü fizikçi Einstein bile bu çocuğun üstün zekâsına ilgi duyup yarışmıştı..
1972’de, Sovyet satranççısı Boris Spassky’yi yenerek 29 yaşında dünya şampiyonu olmuş ve bu durum, ‘Soğuk Savaş’ yıllarında, kapitalizmin komünizme üstünlüğünün delili olarak kullanılmıştı. Ama, daha sonra, Fischer’le ülkesi arasına karakediler girmiş, bir tarikata katılmıştı. 1992’de ise, Fischer, Miloseviç Yugoslavyası’yla irtibat kurmuş ve arkasından da, ‘Hitler hayranı’, ve ‘Yahudi katliâmının gerçekte olmadığı’na dair görüşlerle Amerika’yı hayretlere düşürtmeye başlamıştı.. Amerika’ya dönse, o zaman da zindan bekliyordu, onu..
Fischer 12 yıl kaçak yaşarken Japonya’da olduğu belirlenmiş ve bir japon kadınla evli olduğu için Amerika’ya iade edilememişti.. 11 Eylûl 2001’de ise, Tokyo radyosundaki konuşmasıyla, Amerika’yla savaşındaki son kurşunu da sıkmıştı.. Evvelki gün İslanda/Reykjavik’te öldüğü açıklandı.. Amerikan düşmanlarından, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur..’ diyebilenler, bir tabiî müttefiklerini kaybettiler.. Toprağı bol olsun..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.