Hicretin ışığında Gazze dramı
Gazze’nin üstüne yağan bombalara lokma olan mazlumları içim yanarak seyrederken, Hz. İbrahim’i, Hz. Yusuf’u, Hz. Yunus’u, Hz. Musa’yı, Hz. İsa’yı ve Âlişan Efendimiz Sallallahu aleyhi vesellem’in çektiklerini hatırladım...
Her türlü “orantısız güc”e sahip bulunan ve bu denli bir güce sahip bulunduğu için de “tanrılık” taslayan Nemrut, kendisini tanımayan Hz. İbrahim’i içine atıp yok etmek için, bir gün büyük bir ateş yaktırdı... Görünüşte Nemrut güçlü, Hz. İbrahim güçsüzdü...
Nemrud’un çevresi kalabalık, Hz. İbrahim yalnız ve kimsesizdi...
Herkes Nemrut’a çalışıyor, kimse Hz. İbrahim’e yardım edemiyordu...
Hz. İbrahim’in elinde Nemrut’u püskürtecek hiçbir imkân yoktu.
“Bana Allah yeter” diyor, içindeki büyük iman ile dua ve tevekkül ediyordu.
•
Hz. Yusuf atıldığı kuyuda, Hz. Yunus balığın karnında aynı şeyi yapıyorlardı... Dua ve tevekkül içinde geleceği bekliyorlardı.
Hz. Yusuf’u kuyuya atanlar Yusuf’un, Hz. Yunus’u denize atanlar da Yunus’un işini bitirdiklerini zannediyor, şenlik yapıp kahkahalar atıyorlardı.
Hele Yunus Aleyhisselam’ı balık yutunca iyiden iyiye mutlu oldular; işini bitirdiklerini düşündüler.
Ama ne Hz. Yusuf’un işi bitti, ne de Hz. Yunus’un...
Dünya bir kez daha anladı ki, Allah’ın bitirmediğini kimse bitiremez!
•
Aynı çerçevede Firavun Hz. Musa’yı yenip yok edecekti. Yendi ama kendisi yok oldu...
Roma despotları Hz. İsa’yı bitirip Hıristiyanlığı doğmadan öldüreceklerdi; kendileri ölüp gittiler, Hıristiyanlık gelişti, yaygınlaştı.
Nihayet aynı mantığın mirasçısı olan Ebucehil, Peygamberimizi Mekke’den çıkmak zorunda bıraktı, ama Peygamber Efendimiz çok değil dokuz yıl kadar sonra dönüp Mekke’yi fethetti. (1 Ocak fetih yıldönümüdür).
Oysa Hicret günü, Ebucehil ve yandaşları şenlik yapıyor, “Müslümanların işini bitirdik, bir daha asla dirilemezler” diye birbirlerini tebrik ediyorlardı.
Onlar sevinçten oynarken, Efendimiz, yanındaki yol arkadaşıyla (Hz. Ebubekir Sıddık) Sevr Mağarası’na sığınmış, kendilerini takip eden düşmanlarından saklanmaya çalışıyorlardı.
“Hicret”in yıldönümleri, işte o müthiş “varış” amacına uygun vekar ve ciddiyet içinde yaşanıyor. Her yılbaşında Sevr Mağarası sessizliğinde kutluyoruz, yürek bayramımızı.
Sevr Mağarası sessizliği...
Mağarada iki kişi vardı: Yüzleri biraz yorgun, ama yürekleri umut doluydu. Bu göçün iyiye, güzele, varlığa; kısacası hayra doğru olduğuna inanmışlardı.
Bir ara, Ebucehil’in kışkırtmasıyla ve büyük menfaatler vaat etmesiyle peşlerine düşen “insan avcıları”nın sesleri geldi mağaraya.
Mağaranın önündeki konuşmaları dinleyen Hz. Ebubekir’in gözlerinde bir endişe bulutlandı birden: “Ya mağarada olduğumuz fark edilir de, Peygamberime bir zarar verilirse?..”
Yoldaşının gözlerindeki bulutlanmayı anında çözen Efendimiz, bir âyetle onu teselli etme ihtiyacı duydu: “Korkma” dedi, “Korkma ey Ebubekir, Allah bizimledir!”
Tesellinin kaynağı olarak o gün Sevr Mağarası’nda telâffuz edilen bu kelime, yaklaşık 1400 sene sonra geliyor, İslâmın bin yıllık bayraktarı iken işgale uğrayan Türkiye’nin İstiklâl Marşı’nın ilk kıtasının ilk mısraının ilk kelimesi olarak yerleşti:
“Korkma!.. Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!” (Türkiye o günlerde aradığı mânevi desteği Sevr Mağarası’nda bulmuştu. Filistin de orada bulacak).
Sevr Mağarası’ndan çıkan iki ebedi dost birlikte hicrete yürüdüler. Bu asla bir kaçış değil, sapasağlam bir “varış”tı!.. Bu bir “hikmet” yürüyüşüydü ki, bu yürüyüşün sonunda “devlet” vardı.
Lakin bunu henüz kimse bilmiyordu.
Hayatı sebeplerden ibaret sayıp “hikmet”i ıskalayanlar, sebepleri “sonuç” zannederler. Mekke müşrikleri de öyle zannediyorlardı.
Ebucehil’in maddi imkânlardan kaynaklanan kudret ve kuvvetini sınırsız bir kuvvet/kudret şeklinde algılama gafletine düştüler. Olup bitenleri “değişmez gerçek” sandılar ve “Peygamberlik iddia eden yetimi kovduk, artık geri dönemez” diye mutlanıp eğlenmeye daldılar.
Görüntü buydu; ama hiçbir şey göründüğü gibi değildi.
Doğduğu kentten Medine’ye göçmek zorunda bırakılan sevgi deryası, Medine’de kısa zaman içinde toparlanıp yüreklerde büyük bir inkılâp gerçekleştirecek, hemen sonra kovulduğu kenti fethedecekti.
Her şeyin akıl ve mantığın izahında olmadığını kavrayabilmek için bu hicreti “idrak” etmek gerekiyor.
Yenilgi gibi gözüken bazı gelişmeler, kim bilir, belki de zafere giden en kestirme yolu açıyor...
Bunu kavramak için yalnızca şuurlu bir “iman” ile derin bir “idrak” lâzım geliyor.
•
Düşünün ki, Peygamber Efendimiz hicrete çıktığı gün yanında (mutlak doğrunun yanında) tek kişi varken, Ebucehil’in (mutlak yanlışın) yanında yüzlerce kişi vardı!..
O gün, yanlış sevinçte, doğru elemde idi... O gün, zaferi yanlış taraf kazanmış gibi görünüyordu... O gün, sanki yanlış taraf ödüllendirilmişti...
Ama dostlar, hayat öyle gelişmedi. Bir dönemin yenilmişi, tüm dönemlerin galibi konumuna geçti.
Filistin ve Gazze olayına bir de bu gözle bakın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.