Nusret Çiçek

Nusret Çiçek

Ahlaksızlık baskı istemiyor, saygı istiyor

Ahlaksızlık baskı istemiyor, saygı istiyor

Ne cüret!
Yok ankettir, yok araştırmadır...
Maksatları, yaşadıkları çirkefliğe Müslüman halkımızdan onay almak... Onlar milletin ahlak yapısını fütursuzca kırıp dökecekler, sizler de onlara, “onay” vereceksiniz.
Ne mi diyeceksiniz?
Sanatkar bunlar, çağdaş ve de laikçi; bırakın yapsınlar, bırakın etsinler...
O halde şöyle söyleyelim; sanatın da içine ettiniz, çağdaşlığın da.
Sanat dediğiniz klasik Türk müziği mi?..
Halk müziği mi?
Deha tablolar mı?
Mimariler mi?
Makineler, bilgisayarlar, uzay araçları mı?
Hiçbirisi değil...
Adını “medeniyet” koydukları canavarın, yüz hatlarından başlayarak dibine kadar çizilen insan portresinin şeklinde gördüğünüz manzaralar iki yüzlülük...
O yüzler; arsız, hayasız, kuralsız, şeytanî...
Yaşadıkları hayatın kutsadığı tümceler; “çağdaşçılık”, “laikçilik”.
İnsanlık yararına ürettikleri hiçbir şey yok.
Şu var...
Bir akşam geç saatlerde kapınızı birileri çalıyor. Açtığınızda karşınızda hiç tanımadığınız bir sima, hem de zilzurna sarhoş.
Soruyor size:
“Ayşe hanımın evi burası mı?..”
Ailenizde bir telaş, bir korku... Bu saatte bu tip adam nereden çıktı geldi?
Bir başka gün, yine aynı kapı çalmalar, aynı simalar...
Yoksa!!! Acaba!!!
Meğersem, alt katta yalnız oturan hanımın ismi Ayşe... Çağdaşçılık kışlasından edindiği asker arkadaşları onu sık sık gelip yokluyormuş. O yüzden, müşteriler Ayşe’nin ziline basacakları yerde sarhoşluk eseri sizin kapınızı çalıyorlar... Ve siz her seferinde yutkunuyorsunuz.
Meğersem asıl yutkunan oymuş:
“Yaşadığım apartmandaki bakışlar beni rahatsız ediyor...”
“Mahalle baskısı” dedikleri olayın birisi bu.
Diğeri.
Giyimi oldukça tahrik edici...
Yani teşhirci...
Hanımefendi, üzerinde taşıdığı mahrem neleri varsa hepsini ortalığa dökmek gereğini duyuyor... O haliyle takside, başına gelen hadise “tecavüz”...
Tabii ki tecavüz olayı insanlık ayıbı ama, işlenen suçun ortamına bakmak zorundayız.
Ortam önemli... Sebebiyet veren önemli...
Aç insan suç işler...
Barutla ateş de yan yana geldiğinde tutuşur...
Bir başkası...
Ankaralılar bilirler (bu olayın soruşturmasını ben yürütmüştüm)...
Eskiden kömür almak için sabahın karanlığında kuyruğa gidip girmeniz gerekiyordu.
İşte o günlerde... Dikmen gecekondularında kömür sırası bir türlü gelmeyen bir aile.
Çocuklarının soğuktan titremesine dayanamayan anne, eşinden habersiz işletme müdürüne gidince, aldığı teklif iğrenç:
“Kömüre karşılık birlikte olmak...”
Kadın çaresiz kabul eder gibi görünerek o gün kömürü evine göndermeyi başarır.
Akşam olunca eşi:
“Yahu bu kömür durduk yerde nasıl geldi?”
Hanımı başına gelenleri anlatır:
“Müdür bana birlikte olmayı teklif etti, ben de kabul eder gibi görününce, kömürü hemen yükleyip gönderdiler. Sıra mıra yok...”
Adam silahını kaptığı gibi müdürün karşısında:
“Seni gidi ırz düşmanı, bana gelince yok, karıma gelince var... ”
Birisi ağır yaralı hastaneye, diğeri ise cezaevine...
Şimdi sorabiliriz...
Hoşgörü, ama hangi hallerde?..
Çağdaşlık, ama hangi kılıflarda?..
Mahalle baskısı, ama kimlere?..
Birileri yaşamak istediği “eşek hürriyeti” adına toplumun tüm değerlerini (genel ahlakî yapısını) dejenere ederken, sizler de ona hoşgörü ile bakacakmışsınız, hatta saygı gösterecekmişsiniz, ama o, başınıza aldığınız bir örtüye bile tahammül edemeyecek...
Var mı öyle yağma?!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nusret Çiçek Arşivi