Kürtçe serbest oldu haberin var mı ey çocukluğum?
Osmanlı ceddimizin hiç gocunmadan “Lazistan” (özgüven işte böyle olur) dediği bölgede yer alan bir ilkokula başladığım gün, hiç ummadığım bir yasakla karşılaştım: Lazca yasağı…
Öğretmenleri de “Laz” olan bizim Kalecik İlkokulu’nda “Lazca konuşma yasağı” vardı ve bu anlamsız yasak en sert biçimde uygulanıyordu…
Anadilleri Lazca olan öğretmenler, anadilleri Lazca olan öğrencilerinin Lazca konuşmalaları için tedbir almışlar, “Lazca Kolu Başkanı” adıyla kırmızı kolluklu bir öğrenci görevlendirmişlerdi…
Hatta bununla da yetinmeyip bir nevi “istihbarat örgütü” kurmuşlardı.
Zayıf karakterli “ispiyon”lar (biz onlara “müzevir” derdik), Lazca konuşan öğrencileri “Lazca Kolu Başkanı”na ispiyonluyor, o da Başöğretmene (bizim zamanımızda ilkokullarda müdür yerine “Başöğretmen” vardı) bildiriyordu.
Bu hiyerarşinin en aşağılık kolunu kuşkusuz “müzevirler” teşkil ediyordu. Dayağı da zaten onlar yiyordu…
Çünkü bizi ispiyonlayan müzeviri tespit ettiğimiz an, başına üşüşüyor, temiz bir dayaktan geçiriyorduk.
Arkasından bir de sıkı tembih: “Dayak yediğini Başöğretmene söylersen bu dayağın on misline hazır ol.”
Daha kim cesaret edebilir ki?
Bir gün okul bahçesinde koştururken rastladığım bir ablanın hatırını Lazca sordum:
“Muçere (nasılsın)?”
Sözüm bitmeden, Başöğretmen Hikmet Bey’in şaplağı ensemde patladı…
Hem ensem yanmış, hem de gururum kırılmıştı. Fena halde de öfkelenmiştim. Ama bir şey diyemedim. Çaresiz sineye çektim.
İşin garibi Hikmet Bey’in de anadili Lazca idi. O da evinde anne-babasıyla Lazca konuşuyor, köyün büyüklerine Lazca hal-hatır soruyordu.
Bunu bildiğim için enseme inen şaplak her zamankinden daha acıtıcı ve incitici geldi.
Ve bu dayak olayı yıllar boyu aklımdan çıkmadı.
Ne zaman Lazca konuşmaya başlasam, ensemde bir şaplağın acısını hisseder gibi oldum.
•
Yıllar sonra bir nüfus sayımında dil bilip bilmediğimi soran sayım memuruna, belki de bu eski olay yüzünden, üstüne basa basa Lazca bildiğimi söyledim.
“O dilden sayılmıyor” karşılığını alınca da çok kızdım.
Hikmet Bey’in yıllar önce enseme attığı şaplağın acısını ondan çıkardım:
“Ne demek?” diye kükredim, “Ermenice, Rumca dilden sayılıyor da Lazca neden dilden sayılmıyor?”
Sayım memurunun bu konuda suçu ve sorumluluğu olmadığını elbette biliyordum, ama birilerine patlama ihtiyacını bastıramamış, yöneticilere ulaşamadığım için de ona patlamıştım.
Düşünün: Farklı bir diliniz var, ama konuşamıyorsunuz…
Devlet kurumları, o dil yokmuş gibi davranıyor…
Her an incinmekten bıktığınız için de, çocuklarınıza anadilinizden önce Türkçe öğretiyorsunuz.
Bunu yaparken, dilinizi ellerinizle öldürdüğünüzü, bir bakıma kendinize ihanet ettiğinizi görerek içiniz yanıyor.
Ama yer demir, gök bakır! İsyan edecek, devlete meydan okuyacak haliniz yok.
•
Sağ olsun devletim Laz’a, Kürd’e, Çerkes’e, Abaza’ya, bilmem kim bilir daha kimlere yıllar yılı aynı muameleyi reva gördü.
Kendini “farklı” hissetmeyenlere bile farkında olmadan “farklı” olduğunu telkin etti.
Kırdı geçirdi… Dilimiz hor görüldükçe, kendimiz hor görülür gibi olduk: Kırılıp döküldük.
İşte bu yüzden Kürtleri benden iyi kimse anlayamaz.
•
Yıllar sonra devletimin Kürtçe televizyon kanalı kurduğunu, Kürtçe televizyonun TRT bünyesinde yer aldığını görünce, ilkokulda tek kelime Lazca konuştuğum için, Laz öğretmenden yıllar önce enseme yediğim şaplağın acısını hatırlamaya çalıştım…
Tuhaf şey, ama ensem acımıyordu.
Ensemde hiçbir acı hissetmeden, Lazca konuşma özgürlüğüm vardı artık…
“Kart-kurt=Kürt” dönemi bitti çok şükür…
Bitti “Dağ Türk’ü” sayıklamaları.
Türkülerden “Kürd’ün kızı”nı kazıyıp “Türkmen kızı” yapma zavallılığı bitti.
Peki, ama neden bunca zaman o kadar insanı üzdük, kırıp döktük?
Tabii başka sorular da var: Yıllar sonra vatandaşlık hakkını iade edecektik madem, neden Nazım Hikmet’i “vatan haini” ilân edip ülkesinden kovduk?
Ruhaniyetinden özür dileyip, inşa ettiğimiz görkemli türbeye devlet töreniyle gömecektik madem, rahmetli Başbakan Adnan Menderes’i niçin astık?
Sultan Vahideddin’in kabri neden hâlâ yaban ellerde?
Bediüzzaman’ın kabri nerede? Onu kaybeden devlet, bulmak zorunda değil mi?
Son soru: Her yanlışı düzeltmede bu kadar gecikecek miyiz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.