İsrail, Ergenekon ve Kartel... Vakit’e üçlü kıskaç!
Herhalde söylemeye gerek yok, geçen haftanın gündeminde iki konu vardı... Birisi “Terör Devleti İsrail”in “soykırım” amaçlı “katliam”ları, diğeri de “Terör Örgütü Ergenekon”a yönelik operasyonlar ve bu operasyonlarda ele geçirilen “plân” ve “kroki”ler doğrultusunda yapılan “kazı”larda, toprağa gömülmüş olarak bulunan “silâh”lar... Eğer dikkat edilirse; hem bir “örgüt”ün, hem de bir “devlet”in ortak paydasında “terör” var... Biri terör örgütü, diğeri terör devleti!.. Tabiî, bunların ötesinde de bir “ortak payda” var... O da; “devlet” ve “örgüt”ün, “silah konusunda da işbirliği” yapmaları!.. Malûm, Ankara Gölbaşı’ndaki kazılarda ortaya çıkarılan mermilerden büyük çoğunluğu; bir “suikast silâhı” olan ve aynı zamanda “İsrail” tarafından yapılan “Uzi”lere aitti!.. Sürekli sorduğumuz soruyu yine soralım: “İsrail yapımı Uzi”lerin “Ergenekon” gibi bir örgütte ne işi var?..
Demek oluyor ki;
“Terör Örgütü Ergenekon” ile “Terör Devleti İsrail”in aralarında, en azından “silah” konusunda bir “işbirliği” vardır!..
Ergenekon’a yönelik operasyonları küçümsemeye veya sulandırmaya çalışanlara, sadece bulunan “silah”lar, “bomba”lar ve onların “kaynak”ları gösterilse, yeterlidir!..
Bu işbirliği, Türkiye’yi “karıştırmak” ve bu ülkede “kaos” oluşturmak için “terör”e başvuranların, nasıl bir “ortak söylem” geliştirdiklerini de göstermektedir!..
Ergenekon Terör Örgütü’nün zanlı ve tutukluları, ne diyorlar; “Biz, Türkiye’nin çıkarlarını savunuyoruz!”
Terör Devleti İsrail ne diyor: “Biz, kendimizi ve ülkemizi savunuyoruz!”
Bu, nasıl “savunma”dır ki, hep saldırıyorlar, hep öldürüyorlar!.. Onlara “saldırdıkları” iddia edilen insanlar ise, hep ölüyorlar!..
İşte Türkiye’de işlenen ve artık “failleri malûm” hale gelen “cinayet”ler ve işte Gazze’de “katil İsrail”in cinayetleri!..
“Taktik”leri de aynı:
Zeytinyağı gibi üste çıkma taktiği!..
ORTAK DÜŞMAN MÜSLÜMAN!
Herhalde dikkat etmişsinizdir... Terör Devleti İsrail’in, 27 Aralık’tan bu yana gerçekleştirdiği saldırılar ve hemen ardından başlatılan Ergenekon operasyonları üzerine, Vakit’in önemle vurgulamaya çalıştığı hususlar bunlardı... Yani, “terör” ortak paydasında buluşan “devlet” ve “örgüt”ün, “taktik” konusunda da aynı yöntemi izlemeleri!..
Bütün bunların ötesinde, “Terör Devleti İsrail” ile “Terör Örgütü Ergenekon”un bir ortak paydası, daha doğrusu bir “ortak hedef”i daha var ki, o da “Müslüman”lar!..
Bugün Ergenekon Terör Örgütü’ne “üye” ve “yönetici” oldukları gerekçesiyle gözaltına alınan veya tutuklananların birçoğunun “eylem” ve “söylem”lerine bakılacak olursa, “hedef”lerinde; “irtica” dedikleri “İslâm”ın, “yobaz” dedikleri “Müslüman”ların olduğu görülür!..
Ne ilginçtir ki;
“Terör Devleti İsrail”in hedefinde de “Müslümanlar” vardır!.. “Müslüman”lara karşı o kadar “kin ve öfke” doludurlar ki, “kundaktaki bebekleri” bile gözlerini kırpmadan öldürmektedirler!.. Tabiî, kundaktaki bebeklerle birlikte onların “anne”lerini de!..
“Ambulanstaki”leri de!..
“Hastanedeki”leri de!..
“Doktor”ları da!..
Dahası, “okuldaki”leri de!..
O okullar ki, BM tarafından “koordinat”ları verilmiş ve “burasını vurmayın” denilmiş olmasına rağmen vurulan ve onlarca çocuğun öldüğü okullar!..
Malûm, oraları da vurdu İsrail!..
Çünkü o okullara, “güvenli” diyerek “Müslüman çocuklar” sığınmışlardı!..
“Terörist Yahudi”nin gözlerini öylesine “kin, nefret ve kan” bürümüştü ki, ne “çocuk” tanıyordu, ne “kadın” ve ne de “yaşlı!”
Nerede “Müslüman” varsa, saldırıyordu!..
“Terör Devleti İsrail” ve “Siyonist Yahudiler” analarından sanki “Sırf Müslüman öldürmek” için doğmuşlar veya bir “robot” gibi, sırf Müslüman öldürmek için programlanmışlardı!..
“Siyonist Yahudi”, sırf “Müslüman öldürmek” değil, “Müslüman’a desteği” de öldürmek istiyor olmalı ki; sırf “Müslümanlara verdiğimiz destek”ten dolayı “Vakit’in yönetici, yazar ve muhabirlerini” de “terör listesi”ne almış!..
Ayrıntılarını, bugünkü sürmanşet haberimizde de okuyacağınız gibi, Siyonist Yahudi’nin “eleştiri”ye hiç tahammülü yok!..
Oysa, Vakit ne yapıyor?.. Ya da, şu güne kadar ne yaptı?.. Terör Devleti İsrail’in; “terör, katliam, cinayet ve soykırım”larını eleştirdi, lânetledi!..
Ama, “Siyonist Yahudi”nin buna bile tahammülü yok!.. Herhalde, Gazze’den sonra, sıra bize gelecek!!!
Vakit’e de saldırırlar mı?..
Saldırırlar!..
Yahudi bu!.. Tek işi, saldırmak!
VAKİT, KARTELİN DE HEDEFİNDE!
Ne ilginçtir ki, Vakit’i hedef listesinin başlarına oturtan, sadece İsrail değil!.. En azından, İsrail, bu “saldırı”sında yalnız değil!..
Hani, Bedii Faik’in; “Ben köpeğin kuyruğuna basıyorum ama ses, ağzından çıkıyor!.. Demek ki, kuyruk ile baş arasında bir bağlantı var” demesi gibi, biz İsrail’in “terör, katliam ve soykırım”larını eleştiriyoruz ama ne hikmettir bilinmez; ses, “kartel medyası”ndan çıkıyor!..
Biz İsrail’e hücum ettikçe, “kartel medyası” da Vakit’e saldırıyor!..
Hani, düşünmüyor değiliz;
Aralarında “organik bir bağ” mı var acaba?..
Tıpkı; “Terör Örgütü Ergenekon” ile “Terör Devleti İsrail” arasında olan “bağ” gibi!..
Doğrusu, çok merak ediyoruz;
“Terör Örgütü Ergenekon” ve “Terör Devleti İsrail”in yanı sıra, “kartel medyası” da “Vakit’e düşmanlık” edenler arasında bulunduğuna, kartel medyası da Ergenekon Terör Örgütü’ne destek verdiğine göre, bu “üçlü” arasında da acaba bir “bağlantı” var mı?!?..
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...
YAVUZ BAHADIROĞLU
Gazze perspektifinden Filistin tarihine kısa bir bakış
İsrail eski Başbakanlarından Bayan Golde Meir’e atfedilen bir söz var...
Savaşmaktan, kan dökmekten, çocuk öldürmekten bıktığı bir gün demiş ki: “Osmanlı’nın bir çavuş onbeş yeniçeri ile yüzyıllar boyu barış içinde yönettiği bölgeyi elli yıldır kan deryasına döndürdük.”
Sahiden de, Osmanlı’nın başardığını şimdiki yönetimler neden başaramıyor?
Bunun sırrı nedir?
Bunun üç temel sırrı var sevgili dostlarım...
1. Hiçbir fark gözetmeden, Osmanlı’nın, sadece insan olma hasebiyle insana saygı gösterme ilkesi...
2. Her alanda ve her anlamda âdil olması, adâlet dağıtımında Müslüman-gayrimüslim farkı gözetmemesi...
3. Şefkat ve yardımı hem varlık sebebi sayması, hem de devlet felsefesine dönüştürmesi.
Osmanlı Devleti’nde her insan insanlığını inancı çerçevesinde özgürce yaşayabilir, inancının gereğini yapabilir, inancını siyasetine de, kıyafetine de yansıtabilirdi.
Bu duruşunun kaynağı ise “Devr-i Saadet zinciri”ydi.
O zincirin halkalarından Hazret-i Ömer, meşhur komutanlarından Ebu Ubeyde bin el-Cerrah önderliğinde Kudüs’ü fethettiğinde yaptığı üç işten;
Birincisi: Kudüs’ün eski sahipleri olan rahiplerin ısrarlı teklifleri üzerine Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yerde inşa edilen “Kıyamet Kilisesi”ni gezmek suretiyle yerli halkın gönüllerini hoş etmek...
İkincisi: Bugün Mescid-i Aksa’nın yükseldiği “Tapınak Tepesi’ni çöplerden temizlemek...
Üçüncüsü ise “Kudüs Haçlıları”na hitaben bir “Amanname” yayınlamak olmuştur.
Hz. Ömer’den sonra, zaman zaman elden çıkan Kudüs’ü yeniden fetheden dindaşları Selahaddin Eyyûbi ile Yavuz Sultan Selim’in de aynen uyguladığı bu “Amanname”deki özgürlükler çok ilginçtir.
Gazze’nin dehşet soluduğu şu günlerde inançlar arasındaki farkı vurgulama açısından belgenin bazı maddelerine bakmak, eminim çarpıcı olacaktır.
Hz. Ömer, Kudüs’u fethettikten sonra yayınladığı “Amanname” ile, Hıristiyanlara ve Musevilere düpedüz inanç özgürlüğü tanıyor ve “besmele” ile başlayan “Amanname”sinde özetle şöyle diyor:
• İş bu amannâme, onların (Hıristiyan ve Musevilerin) canlarına, mallarına, kiliselerine, haçlarına, yerleşik ve göçebe olan bütün fertlerine verilen bir teminattır...
• Kiliseleri ev yapılmayacak, yıkılmayacak, kısmen dahi işgal edilmeyecek, kiliselerdeki kutsal eşyalara dokunulmayacak, kimsenin malına-mülküne el sürülmeyecektir...
• Kimse dini inançlarından dolayı zorlanmayacak, horlanmayacak, kendilerine asla zarar gelmeyecektir...
• Buna karşılık onlar da cizye (bir nevi vergi, ki bu olmazsa hizmet olmaz) vereceklerdir.
• Bunlardan kim yurdunu terk etmek isterse, gideceği yere kadar mal ve can emniyeti sağlanacaktır. Yurdunda kalmak isteyenler güven içinde yaşayacak ve cizye vereceklerdir. İsteyen Rumlarla gidecek, daha önce gitmiş olanlardan dönmek isteyen geri dönebilecektir...
• Hasat elde edinceye kadar onlardan bir şey istenmeyecektir.
• Bu, Allah’ın Resulünün, halifelerin ve mü’minlerin Kudüs halkına verdiği güvenlik belgesidir. Cizye ödedikleri müddetçe de geçerlidir.
Belgede bir de “şahitler” bölümü açılmış, o bölüm, Halid bin Velid, Amr bin As, Abdurrahman bin Avf ve Mu’aviye bin Ebi Süfyan gibi, Peygamber-i Âlişan Efendimiz’in yakın arkadaşları tarafından imzalanmıştır.
Hz. Ömer’in, Osmanlı Padişahlarına ilham veren toleransına dair ikinci belge daha mufassaldır, ancak belgedeki şahitler farklıdır.
Hz. Ömer, dua ve şükürden sonra, “Bu, Ömer bin Hattab’ın Kudüs-i Şerif’deki Tur-i Zeytun’da Millet-i İseviyenin şerefli patriği Safranbos’a verdiği ve bütün re’aya ile papaz ve patrikleri içine alacak şekilde tanzim olunan yazılı ahidnamesidir” diyor ve özgürlükleri sıralıyor:
• Bütün papazlar nerede ve hangi şartlarda olurlarsa olsunlar, biz Müslümanlardan zarar görmeyecekler... Biz müminler ve bizden sonra gelecek olanlar, onları korumakla mükellefiz. İtaat ve bağlılıkları devam ettikçe de bu devam edecektir...
• Verilen bu koruma ve eman sözü kendileri için geçerli olduğu kadar, kiliseleri, manastırları, özellikle Kamame Kilisesi, Hz. İsa’nın doğum yeri olan Beytüllahm’daki Büyük Kilise, Kıbleye, kuzeye ve batıya açılan üç kapılı mağara ve bütün mukaddes mekânları için geçerlidir...
• Patrik ve papazlar, cizye ve benzeri mükellefiyetlerden, denizde ve karada muaf olacaklar; bunların Kamame Kilisesi’ne ve diğer mukaddes mekânlarına girişlerinden dolayı ücret alınmayacak, ancak Hıristiyanların elindeki Kamame Kilisesi’ne gelen ziyaretçiler, Patrik’e 1.1/3 dirhem vereceklerdir...
• Bütün müminler, erkek olsun kadın olsun, sultan, hakim veya vali olsun, zengin olsun fakir olsun, mutlaka bu emirlerimizi uygulayacaklardır...
• Hıristiyan reislerine bu ferman sahabe-i kiramdan Abdullah, Osman bin Affan, Sa’d bin Zeyd, Abdurrahman bin Avf ve diğer sahabe kardeşlerimizin huzurunda verilmiştir.
• Bu yazılı fermanda açıkladığımız emirler korunsun, riayet edilsin ve ellerinde kalsın.
• Müminlerden kim bu fermanımızı okur da şimdi veya kıyamete kadar, ona muhalefet ederse, Allah’ın ahdini bozmuş ve Habibine isyan etmiş olur. (Hicri, 20 Rebiülevvel 0015; M.S. 637)
Ne türden olursa olsun, tüm inanç sahiplerinin bu fermanlardan alacakları “insanlık dersleri” olduğunu düşünüyorum.