Rusya’nın yeşil kuşağı
Son sıralarda İslâm'la alakalı olarak müspet görüş belirten liderlerin başında Rus Başbakanı Putin gelmektedir. İslâm'la alakalı kayda değer şeyler söylüyor. Ama bunların samimi mi, gizli gündemin bir ürünü mü yoksa mahza siyasi mi olduğu tartışma ve su götürür hususlardır. Son sıralarda üç liderde bu tarz bir yaklaşım gözleniyor. Tony Blair, Obama ve Putin. Önce Tony Blair'den başlamak gerekirse... Ortadoğu dörtlüsünün temsilcisi olarak bölgeye gidip geliyor ama somut olarak değişen bir şey yok. Aksine, Libya'nın İsrail'in Gazze saldırısını kınama karar tasarısı İngiltere ve ABD'nin oylarıyla veya vetosuyla karşılaştı ve rafa kaldırıldı. Bununla birlikte, Tony Blair İslâmla alakalı olarak gayet sıcak mesajlar veriyor. Öyleyse meseleye nasıl bakmalı? Önce Blair'in aynen Prens Charles gibi İslâm'la alakalı olarak gayet olumlu görüşler belirttiğini bir kenara not edelim. Lakin fiiliyatta ve real politikada değişen bir husus yok. Önce Blair'in övücü sözlerine bir bakalım. İngiltere'nin eski Başbakanı Tony Blair, Alman Die Zeit gazetesinden Jan Ross ve Patrick Schwarz'a verdiği bir röportajda, "Düzenli olarak Kur'an okuyorum, aslında her gün okuyorum." demiş. Tabii bununla da kalmamış. 55 yaşındaki politikacı, Hz. Peygamber Aleyhisselatu vesselamla alakalı şunları söylemiş: "O çok uygar bir liderdi." Hıristiyan ve Müslümanlar arasındaki önyargıları değerlendirirken Blair bu kez şöyle konuşuyor: "Hıristiyanlar hemen, 'Ama onlar bizden nefret ediyor' diyor. Ancak Kur'an'da Hz. İsa ile ilgili olup da, derinden saygılı olmayan bir atıf ve gönderme yok." Blair, "İslâm dinine geçmeyi düşünüyor musunuz?" sorusuna da "Hayır hayır, lütfen bu konuya girmeyelim" diye topu taca atıyor. 'Herhalde bu kadarıyla tatmin olurlar' diyerekten Müslümanların ağzına bir parmak bal çalıyor.
İngiliz politikacı, başbakanlığı bıraktıktan sonra eşinin mezhebi olan Katolikliğe geçtiğini ilan etmişti. Bu seçimin öncelikle karısı ve çocuklarının Katolik olması ile ilgili bir karar olduğunu, tabii manevi bir tarafı da olduğunu söylüyor.
¥
Blair 2008 baharında, dünyanın büyük dinlerini bir araya getirmeyi amaçlayan bir vakıf kurdu. Ayrıca görevini Gordon Brown'a bıraktıktan sonra AB, BM, ABD ve Rusya Dörtlüsü'nün özel Ortadoğu temsilcisi olan Blair, bölgede din faktörünün çok önemli olduğunu söylemekten de geri durmuyor ve çözüm yoluna işaret ederken de şunları söylüyor: "Öncelikle insanların inançlarını anlamak gerekiyor. Farklı dinlerle uzlaşma ancak bu sayede olur." Bununla birlikte mesele realpolitike gelince aynen Bush gibi konuşuyor: Muhabirin Irak ve Afganistan operasyonlarında Müslümanların baskı gördüğünü söylemesi üzerine Blair, "Kim baskı görüyor. Biz bu ülkeleri, iki büyük diktatörün elinden kurtardık." Bu durumda güler miydiniz yoksa ağlar mıydınız? Putin ise Blair'in Rus kopyası sayılabilir. I. Herald Tribune gazetesinde yayınlanan bir makale Putin'in Blair'in yolundan Müslümanları nasıl kandırdığını veya kandırmaya çalıştığını ortaya koyuyor. "How Moscow courts the Muslim world By Jacques Lévesque Published: December 29, 2008" başlıklı makale şüpheye mahal bırakmayacak bir biçimde Putin'in İslâmpolitik bir arayış içinde olduğunu gösteriyor. Aslında Rusya'nın bugünkü İslâm politiği Soğuk Savaş döneminde ABD'nin Sovyetler'e karşı uygulamış olduğu Yeşil Kuşak'ın tersyüz edilmesinden başka bir şey değil. İngilizler ve ardından Ruslar Kırım Savaşı'ndan beri Rusların sıcak denizlere inmemesi için geliştirmiş olduğu Yeşil Kuşak politikasını bugün Ruslar İngilizlere ve Amerikalılara karşı kullanıyor. Onlar kuzeyde kullanıyorlardı, bunlar ise güneyde kullanıyor.
¥
I.Herald Tribune gazetesindeki makalesinde Jacques Lévesque tek kutuplu dünya düzenini aşmak ve çok kutuplu dünya düzenine geçmek için Rusların İslâm dünyasını arkalarına almaları gerektiğini ve şimdi bunu temine çalıştıklarını söylüyor. Aslında, Putin'in bu politikası Lenin'in politikasının bir devamı veya aynısıdır. Bolşevik devrimin arkasından Rusya ve çevresindeki Müslümanları yanına almak için Lenin Romanovların yerel Müslümanlara ve onların ötesinde Osmanlı'ya karşı izlediği caniyane politikaları afişe etmiş ve buna mukabil Müslümanların siyasi ve ideolojik desteklerini almaya çalışmıştır. Putin'in yaklaşımı sadece bununla da sınırlı değil. İran, Katar ve Cezayir gibi ülkeleri yanına çekerek OPEC benzeri OGEC (Gaz Üreten Ülkeler Teşkilatı) bloku kurmak istiyor. Yani Rusya'nın İslâm aleminden beklediği çok yönlü fayda ve yararlar var. Bundan dolayı da çoğunluğu Müslüman olmadığı halde İKÖ toplantısına katılan tek ülke lideri Putin olmuştur. Hıristiyanlıkla birlikte İslâmiyetin Rusya'nın en kadim ve arkaik dinleri arasında bulunduğunu ve resmi dinleri arasında yer aldığını hatırlatmıştır. Putin Rusya nüfusunun yaklaşık yüzde 15'inin Müslüman olduğunu ve 21 otonom cumhuriyetin 8'inde de Müslümanların oturduğunu ifade etmiştir. Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov da Rusya'nın İslâm dünyasının bir uzantısı olduğunu ifade etmiştir. Putin, Rusya'nın İslâm dünyasıyla Batı arasında arabulucu konumda olduğunu da sözlerine eklemiştir. Terör konusunda ise seçici davranmıştır. 11 Eylül'den önce Çeçenlerin İslâmi eğilimli teröristler olduğunu söylerken ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi terörün hiçbir dinle bağlantılı olarak ele alınamayacağını savunmuştur. Bugün Rusya kendisini sosyalizm döneminde olduğu gibi sadece Suriye ve İran'la müttefik olarak görmüyor. İslâm dünyası müttefiklerine Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi klasik olarak Amerikan kategorisinde olanları da ilave etmiştir. Akademisyen Sergei Rogov, Rusya'nın dış politikasında İslâm faktörünün öncelikli ve kimlikle alakalı olduğunu söylemiştir. Bu hususta bizde çok tanınan Aleksandr Dugin'i hatırlayabiliriz. Acaba Blair ve Obama'dan sonra sırada neden Barak Hüseyin Obama olmasın? Zaten kendisine Amerikan Janus'u denmiyor mu? Biz bu filmi Napolyon döneminden beri tekrar be tekrar seyrediyoruz. Her zaman müttefiklerimize ihtiyacımız olur ama en olmayacak şey müttefikleri kendimizin yerine ikame etmek olacaktır
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.