Kinim dinimdir diyenler
Mehmet Akif, İstiklal Marşımızı yazıp bitirdikten sonra; "Allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırmasın" diye temennide bulunmuştu. Biz de, İsrail ile ilgili her yazımızı "bu son olsun" diyerek kaleme alıyoruz. Ama olmuyor.
Başbakan Erdoğan ve benzerleri, "diplomatik kanalları açık tutmak için" İsrail ile münasebetlerini kesmediklerini söylüyorlar. Acı olan şu ki, bu kanaldan sadece Müslüman kanı akıyor.
İsrail işgal devleti diplomasiden anlamış olsaydı, hakkındaki Birleşmiş Milletler kararlarının en azından birkaçına uyardı.
Ayrıca şunu da belirtmekte/sormakta yarar var: Bugüne kadar yapılan bütün barış görüşmelerinden ya da antlaşmalarından İsrail'den başka kazanım elde eden oldu mu?
Müslümanlar ile Yahudiler arasında yapılan bütün barış görüşmeleri, bir anlamda, "barışa son veren barış" olmuştur. İsrail işgal devleti, elindeki toprakların hatırı sayılır bir kısmını barış görüşmelerinde elde etmiştir. İnsanın, "Böyle barışın Allah belasını versin" diyesi geliyor.
Yazımıza, ülkemizden bir örnekle devam edelim: İsmet İnönü liderliğindeki Türk heyeti Lozan'da görüşmelere devam ederken, Büyük Millet Meclisi'nde Lozan'la ilgili birtakım tartışmalar olur. Kırklar grubuna mensup bazı mebuslar, sert çıkışlar yaparak, verilen tavizlere itiraz ederler. Bu grubun ağır toplarından biri de Erzurum mebusu Hüseyin Avni Ulaş'tır. Hüseyin Bey, İngilizlerle savaş pahasına, Musul vilayetinin alınmasını talep eder. Çünkü bu vilayet, Misak-ı Milli sınırları içerisindedir.
Mustafa Kemal yanlısı mebuslar, "biz sulh istiyoruz" diye bağırır. Hüseyin Bey, bu sözlere şu şekilde karşılık verir: "Madem sulh istiyorduk, o halde niçin savaştık? Sevr anlaşması da bir sulh değil miydi?"
Filistinlilerin durumu da maalesef biraz böyle... Filistinliler, haklarına birazcık olsun kavuşabilmek için adım atıyor ve sonra İslam ülkelerinin korkak "idarecileri" devreye girip "sulh" diye feryat ediyor. Ve her "sulh" sonucunda, İsrail işgal devleti topraklarını ve avantajlarını biraz daha arttırıyor. Filistinliler ise hakları bir kez daha gasp edilmiş olarak masadan kalkıyor.
Kaybettiklerini hatırlayarak, ellerinde kalanlara sımsıkı sarılmaları bundan...
II
İsrail hakkında kaleme alınan bütün yazılar, ister otuz sene önce yazılmış olsun, isterse dün, daima "güncelliğini" koruyor. Çünkü İsrail işgal devletinin tek besin maddesi, Müslüman kanıdır. Bu kan olmazsa, varlık sebebi ortadan kalkar ve çöküş için geri sayım başlar.
Bunların "din" diye inandıkları şey, düpedüz "insan öldürme talimnamesi"dir. Şehirleri ayrım gözetmeksizin bombardıman etmeleri ve hareket eden her canlıya nişan almaları, inandıkları şeyin emridir.
Halkı idare etmekten başka hiçbir şey yapmayan yöneticilerimizin, artık bunu bilmesi ve gereğini yapmak için adım atması şarttır.
Yazımızın üçüncü bölümünü oluşturan metni, geçen yıl bu vakitte kaleme almıştık. Üzerimizdeki tembelliği ve korkuyu atmaz, titreyip kendimize gelmezsek; sadece bu sene değil, ömrümüz boyunca böyle yazılar yazmak ve okumak zorunda kalacağız.
Allah korusun!
III
Bugün İsrail işgal devletinin kuruluşunun altmışıncı yılı... Kimi bu günü doyasıya kutlayacak, kimi de protesto edecek.
Kutlayanlar, Paul Valery'nin de dediği gibi; "haksızlığın tadını çıkarmış" olacak.
Bir insan, mutluluğunu başka bir insanın mutsuzluğu üzerine kurabilir. Bunun örnekleri çokça var. Fakat bir millet, mutluluğunu başka bir milletin mutsuzluğu üzerine kurarsa; bu büyük bir yıkıma, trajediye, soykırıma vs neden olur. Nitekim oluyor.
Televizyondan seyrediyor, gazetelerden okuyoruz: Her güne bir dua gibi, her gün şehit haberleri geliyor.
İsrail'in kinine kimi uyurken, kimi namaz kılarken, kimi kitap okurken, kimi bahçesinde çalışırken yakalanıyor. Müslüman olmanız, İsrail için yeterli bir gerekçe...
Yahudiler, Filistin topraklarına kene gibi yapışmışlardır. Kene bünyede oldukça, İslam dünyası kan kaybetmeye devam edecektir. Ve mikrop bütün bünyeyi saracaktır. Önce Filistin, sonra Lübnan ve Irak, bir adım sonra da...
Siyonistlerin işgal ettikleri topraklara bir bakın: Afrikalı Müslümanlar ile Asyalı Müslümanlar arasına adeta bir duvar çektiler. Bir utanç duvarı...
Berlin Duvarı'nın yıkıldığı gün Almanya yeniden doğmuştu. İslam ümmetine de işte böyle bir kutlu doğum gerekiyor.
Afrikalı Müslümanlar ile Asyalı Müslümanlar arasında Yahudi duvarının olması, Hıristiyan dünyasının da menfaatinedir. İsrail'i kayıtsız şartsız desteklemelerinin bir nedeni de budur.
İsrail işgal devletinin kuruluşu sırasında, Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik yoktu. Olduğu gün, Allah'ın izniyle İsrail'in işi bitecektir. İslâm Birliği'ni savunanların bertaraf edilmesi ya da edilmeye çalışılması boşuna değildir.
İsrail devletinin kuruluşu, yüzyıllar öncesinden planlanmıştır. Bunun suçunu beş on Filistinlinin üzerine atıp "onlar topraklarını satmasaydı bu devlet kurulmazdı" demek, İsrail'in meşru hale gelmesine katkı sağlamaktır.
İnsanlar hata yapar, fakat milletler hata yapmamalıdır.
İstiklal Harbi yıllarımızda birçok Türk vatandaşı hata yapmıştır, fakat Türk milleti hata yapmamıştır. İsrail karşısındaki direnişini artırarak sürdüren Filistin halkı da hata yapmamıştır. Kur'an-ı Kerim ve şehit babalarının, oğullarının fotoğrafı... Her Filistinli ailenin duvarında bu iki şey asılıdır. Böyle bir milletin hata yapması mümkün mü?
"Türkiye, İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülkedir." Her fırsatta bu söyleniyor.
İşin doğrusu şudur: İsrail devletini Türkiyeli Müslümanlar değil; Türkiye'deki Masonlar, Dönmeler, Gizli Yahudiler ve onların uşakları tanımıştır. Nitekim yapılan anketler gösteriyor ki, Müslüman Türk milletinin ezici çoğunlu hem İsrail'i sevmiyor, hem de düşman olarak görüyor.
Gerçi yıllar önce bir İsrailli bakan da şöyle bir itirafta bulunmuştu: "Türkiye Cumhuriyeti devletinin hükümetleri bize metres muamelesi yapıyor. Hem bizimle beraberler, hem de bu beraberliği Türk halkından saklıyorlar."
Evet, saklamak zorundalar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.