Uzun bir gün
Geyve boğazı, Samanlı ile Kapıorman dağlarını birbirinden ayırıyor. Kapıorman, Köroğlu dağlarının batı uzantısı oluyor.
Geçit boyunca Sakarya nehri ve demiryolu size eşlik ediyor. İstanbul’dan Hicaz’a giden demiryolu bu.
Geçit kelimesinin ne çok karşılığı var. Hepsi de birbirinden güzel: Akabe, belen, derbent. Zaten buralarda bir yerde Derbent isimli bir belde kurulmuş. Görülmeye değer.
Geyve’deyiz. Sabah yeni oldu. Aziz dostumuz Ömer Karakuş ve Selçuk Sümer Özel’in artık büyümüş olan oğlu meydanda bizi karşılıyor.
Börek ve süt faslından sonra mevsimin ilk kirazını dalından yemek için dağ yamacındaki uzak bahçeye gidiyoruz. Yaşlı kiraz ağaçları ile genç fidanlar bir arada. Yaşlıları dede, gençleri torun dikmiş. Ben eski ağaçların meyvelerini, yemişlerini seviyorum. Artık tecrübeli. Ustalaşmış. İşin sırrına vâkıf.
Kiraz, meyvelerin padişahıdır. Bu konuda tartışmaya kapalıyız.
Yağmurdan sonra gelmiş olduk. Toprak kokusunu özlemişiz. Bu kokuya eşlik eden yeşil bir âlem. Derin ve duru bir gök. İsmini bilmediğimiz kuşların alıp götüren ötüşleri. Bazen onlardan birini görür gibi oluyoruz. Sonra pırrr. Neydi o?
Buradan Taraklı istikametine devam ediyoruz. Yerli turist olarak görülmek, işte o bakışlar, beni fazlasıyla rahatsız ediyor. Taraklı maalesef o noktaya doğru gidiyor. Fazla oyalanmadan Göynük’e geçiyoruz. Ahbabımız olan Kaşıkçı İbrahim Usta’ya uğrayacağız. Yetmiş küsur yaşında.
Göynük’te sizi su sesi karşılar. Ruhunuza serinlik verir. Vaktiniz olmasa bile “biraz duralım” dersiniz.
İbrahim Usta’nın dükkânına gidiyoruz. Kendisi dükkânda yok. Tanımadığımız biri var. İbrahim Usta birkaç ay önce vefat etmiş. Dükkân da oğulları tarafından bu arkadaşa devredilmiş. Mekânı cennet olsun. İyi bir insan ve kıymetli zanaatkâr idi.
Yeni ustalar işlerini özensiz yapıyor. Dükkânın her yerini karıştırıyor, rahmetlinin elinden çıkma şimşir kaşık arıyoruz. Üç kaşık buluyoruz. Buna da şükür.
Esas molayı Taşkesti’de vereceğiz. Üzülmüş olarak Göynük’ten ayrılıyoruz.
TAŞKESTİ BELDESİ
Yol ikiye ayrılıyor. Devam ederseniz Nallıhan, Beypazarı, Ayaş yolu. Sola dönerseniz Karamurat Boğazı. Boğazın sonunda Bolu ili, Mudurnu ilçesi, Taşkesti beldesi sizi bekliyor.
Küçük bir yerin merkezi ne kadar büyük olabilir ki?
Köşede Bereket lokantası var. Bir önceki gelişimizde lokantanın kapısına kadar gitmiş, fakat içeri girmeye cesaret edememiştik. Bu kez oldu. Dört masadan birine oturuyoruz.
Ocaktaki yemekler: Mercimek çorbası, pirinç pilavı, kuru fasulye ve tas kebabı. Yemekler söyleniyor, afiyetle yeniliyor. Aşçının yaşını soruyoruz. Yirmi dört. Şaşırtıcı bir başarı.
Taşkesti, ülkemizin en iyi sularından birine ev sahipliği yapıyor. Kaynağını soruyoruz. Dağlara doğru uzanan işaret parmakları. Yeterli.
Eski dağ yolunu kullanarak Dokurcun beldesine geçeceğiz. Bu yol artık pek kullanılmıyor. Yolun üstünde Karamurat gölü var. Adeta dağın içinde. Göle hâkim bir yamaçta karar kılıyoruz. Çantalar açılıyor, demlik dâhil malzemeler çıkarılıyor.
Kekikler, dağ naneleri ve türlü çiçekler arasındayız. Manzara bizi tamamlıyor. Sessizce çay içiyoruz. Sohbet edilen, muhabbet duyulan bir şeydir. Duymak, işitmekten üstündür.
Her yolculuk, aynı zamanda bir vedalaşmadır. Son kez görüyor olabiliriz. Belki bir daha gelemeyeceğiz. Nasip.
Dokurcun’a geçme vakti geldi. Madem yolcuyuz, yolda olmalıyız.
Tavşansuyu köyünde, boşalan cam şişelerimizi doldurmak için duruyoruz. Köyün lezzetli bir suyu var. Bu suyu yirmi yıldır tanıyorum. Hiç değişmedi.
KARAPÜRÇEK İLÇESİ
İşte Dokurcun. Aniden karar değiştiriyoruz. Beldenin içinden bir suçlu gibi geçiyoruz. Günün son molasını Karapürçek ilçesinde, Kirpiyan yaylasından gelen Kanlıçay’da vereceğiz. Güzel dert dinler dağlar dereler.
Karapürçek’e uğrayıp da Neşe gazozu almamak olmaz. Ev yemeği tadında.
Kanlıçay, yağmurla beraber iyice kendine gelmiş. Sanki debisi değil de özgüveni yükselmiş. Coşkun akıyor. Biraz da tehlikeli. Mazallah.
Çayın kıyısında, tenhada bir yerdeyiz. Su sesi ile sessizlik arasındayız. Ateş yakılıyor, demlik hazır ediliyor. Dağ çilekleri olmuş. Eğrelti ve ısırgan otlarının altında gizleniyorlar. Şifa niyetine.
Hava karardı. Gün bizim için sona eriyor. Tekrar başladığımız yere, Arifiye tarafına dönüyoruz. Böylece iki geçitli dağın etrafını tamamen dolaşmış olduk.
Bu güzergâhı hem gençliğin verdiği coşkuyla, hem yaşımızın getirdiği olgunlukla gezdik. Yirmi yıl önce ve bugün. Farkı düşünüyorum. Gençken dağların zirvelerini, sarp kayalıkları, derin vadileri tercih ederdik. Şimdi harekete değil de güzelliğe merakımız var. Durulmak galiba böyle bir şey.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.