Adam var, adamcık var
Adamın ünvanı büyük...
Ünvanı büyük olduğu için de kendini “büyük” sanıyor.
Kendini “büyük” sandığı için “dokunulmaz” olduğunu düşünüyor.
Türkiye’nin “imtiyazlılar” ve “sınıflılar” ülkesi olduğunun çok iyi farkında.
İmtiyazlıların “kaymak tabaka”yı oluşturduğunu ise yaşayarak öğrenmiş.
Sonra bir bakıyor ki, durumlar değişmeye başlamış...
“Ergenekon” diye bir “çete” gelmiş gündeme.
Bir süredir topraktan “şüheda” yerine “Ergenekon silahları” fışkırıyor!
Bir tank eksik, bir de uçak; öylesine yani!
Önce hafif bir telaş belirginleşiyor ağır ağır “kaymak tabaka”da...
Derken, iş derinleştikçe telaş artıyor.
Bizimki de telaşa düşüyor nihayet...
Çünkü kendisi gibi “dokunulamaz” sandığı bazı isimler bir bir gözaltına alınıp sorgulanmaya başlanmıştır.
“Bana da sıra gelir mi?..” korkusu sarıyor yüreğini.
Tam o sırada söylediklerinden korkanların “meczup-deli, divane”, bazılarının “çok zeki-uyanık” dediği bir “şahit”, kaymak tabakanın en kaymak kesimini suçlamaz mı?.. Birden telaş artıyor.
Hiç konuşmayanlar bile açıyorlar ağızlarını, yumuyorlar gözlerini: “Deli saçması” dedikleri iddiaları yalanlamaya çalışıyorlar.
İddiaları yayınlayan TRT televizyonuna baskı üstüne baskı yapıyorlar.
“İktidarın propaganda bakanlığı” gibi isnatlarla işi küçültme gayretine giriyorlar.
Yine de artan bir telaşın varlığı iyice gözlemleniyor.
Bizimki kendi grubunun televizyonlarına çıkarak “rahat” görünmeye çalışıyor.
“Veremeyecek hesabım yok” havasında duruyor.
Hesabı mahkemeler sorar. Bizim o yönde söyleyebileceğimiz bir şey yok.
Onu da göreceğiz elbet: Var mıymış verilemeyecek hesabı, yok muymuş?
¥
Adam 28 Şubat sürecini hararetle desteklemiş...
Pişman da değil. “28 Şubat’ı ben de desteklemiştim ama...” diye başlayan yazılarla kendine mazeret uydurmaya çalışıyor.
O sürecin her anlamda tahribatı ve gereksizliği ortaya çıktıktan sonra bile, “gerekli” gibi göstermeye çalışmanın hiçbir anlamı yoktur.
“Desteklemiştim ama...” türünden ifadelerle olayı geçiştirmek de olacak iş değildir.
Adamın “Destekledim” dediği futbol takımı değil, 28 Şubat süreci...
O süreç ki, iki derin ekonomik krizin tetiklenmesi anlamındadır...
O süreçte yalan-yanlış kasetler manşete çekilmiş, bu yüzden insanlar mağdur edilmiş, kişisel hak ve özgürlükler kısıtlanmış, bazı şirketler “yeşil sermaye”den sayılıp iflasa sürüklenmiştir...
Bu yüzden kaç servet el değiştirmiştir (Kimin elinden çıkıp kimlerin eline geçtiğini araştırmak eminim çok ilginç olur).
Kaç gazete, bu süreçte, “Adının açıklanmasını istemeyen bir üst düzey askeri yetkili”ye, yani kendi hayallerine dayanarak yaptığı uyduruk haberlerle sivil iradeyi yerle bir etmiştir...
“Bu defa silahsız kuvvetler halletsin” manşetiyle yargı siyasete sokulmuştur...
Bir bakıma, milletin parasıyla alınmış tankların namlularının millete çevrilmesi savunulmuştur.
Arkalarında zerre kadar millet desteği olmayan isimlerle partiler göklere çıkarılmış, millet desteğiyle iktidar olan partiler ise yerin dibine geçirilmiştir.
Senaryosu bilinen mahfillerde yazılarda kasetler servise konmuş, matahmış gibi bunlar o gazetelerle televizyonlarda defalarca yayınlanmıştır.
Andıçlanan gazeteciler aforoz edilmiş, iş verilmemiştir... Böylece kimbilir kaç mazlum aile açlığa mahkum edilmiştir...
Aradan çok uzun bir zaman geçmediği için, uyduruk-kaydırık Fadime’si, Kalkancı’sı, Müslim’i, Aczimendi’siyle 28 Şubat sürecinde olup bitenler henüz hafızalarda yaşadığı için, uzun uzun tasvir edecek değilim...
Öyle şeyler olmuştur ki, “demokratım” diyen adamn bunu savunması, en azından topyekün savunması mümkün değildir.
İnsan bu süreci herhangi bir sebepten dolayı (sebep korku da olabilir) desteklemiş olsa bile, en azından sahneden çekilir, kendini unutturmaya çalışır.
O süreci ağzına almaz, “yavuz hırsız” misali “destekledim ama...” diye başlayan yazılar döktürmez.
Çünkü haksızlığı, adaletsizliği, hukuksuzluğu, zulmü, ayıbı desteklemenin mazereti olamaz.
Bunda ısrar etmenin ise, hiç!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.