"Güz Sancısı"

"Güz Sancısı"

Tam 54 yıl önce, 6-7 Eylül 1955'te İstanbul iki gün devam eden bir yağmalamaya sahne oldu. İki gün boyunca Rum azınlık başta olmak üzere Ermeni ve Yahudilerin dükkanları, evleri, okulları ve mabetleri tahrip edildi ve yağmalandı. Savaş gibi bir yıkım yaşandı.
Tomris Giritlioğlu imzasını taşıyan "Güz Sancısı" filmi işte bu yıkımı konu ediyor. Büyük yıkımlar aşkları imkânsız hale getirir. Trajik, üstelik imkânsız bir aşkın açtığı pencereden yıkımın büyüklüğü daha etkileyici görünüyor. Giritlioğlu, bir Rum kızı ile taşralı bir eşraf çocuğunun aykırı aşkının köşe çizgilerine 6-7 Eylül'ün kitlesel çirkinliğini tam bir kontrast kurarak yerleştiriyor. Başarılı bir sinema dili ve çarpıcı bir anlatımı var. Vatanseverlik vandalizme, dostluk ihanete dönüşürken masum kalan tek kişi biçare Rum fahişe oluyor. Bir fahişenin dünyası, her şeyi yakıp yıkan yağmacılardan çok daha namuslu ve ahlâklı görünüyor. Her şeyin yanlış yerde durduğunu göstermek için çok keskin bir açı. Bu açıdan bakarak yakın tarihi sorgulamak mümkün.

Fonda Kıbrıs var. İngilizler Kıbrıs'tan çekiliyorlar. Çekilirken, adadaki askerî üslerini emniyete almak için bölünmüş bir Kıbrıs bırakmaya çalışıyorlar. Köprülü'nün meşhur lafıyla "Türkiye'nin Kıbrıs diye bir sorunu olmadığı"nı ilan eden Türkiye İngilizlerin bu hesabı ile oyuna dahil ediliyor. 1955 yılının 27 Ağustos'unda Türkiye Londra konferansına taraf olarak davet ediliyor. Mevzuya geç dahil olan Türkiye'nin aradaki mesafeyi kapatabilmesi için kendi kamuoyunu harekete geçirmesi gerekiyor. Londra'ya giden Fatin Rüştü Zorlu, Başbakan Menderes'i arayarak Türk kamuoyunun tepkisini pazarlık masasına bir koz olarak mutlaka koyması gerektiğini belirtiyor. Bunun üzerine devletin derinlerinde bir tepki organize ediliyor. Önce Atatürk'ün Selanik'teki evine Türk elçiliği içinden yapılan bir organizasyonla bomba atılıyor. Olay ertesi gün, Menderes'in emri ile radyodan duyuruluyor. Normalde 20 bin basılan İstanbul Ekspres gazetesi, 290 bin ile ikinci baskıya geçerek tahrik edici bir başlıkla ortalığı karıştırıyor. Kıbrıs Türktür Cemiyeti Genel Sekreteri "Mukaddesatımıza dil uzatanlara bunu çok pahalıya ödeteceğiz" demecini patlatıyor. Peşinden olaylar başlıyor.

Üniversite gençleri tahribe, çevre illerden taşınan gruplar da yağmalamaya girişiyor. Beyoğlu civarını savaş yerine çeviren bu yağmalama iki gün boyunca devam ediyor. Polisin ve jandarmanın müdahale etmediği olaylar kontrolden tamamıyla çıkıyor. 7 Eylül'de yayımlanan hükümet bildirisinde "...dün gece İstanbul ve memleket esas itibarıyla bir komünist tertip ve tahrike ve ağır bir darbeye maruz kalmıştır" denilerek, fatura dönemin sol aydınlarına çıkartılıyor. Aziz Nesin, Kemâl Tahir ve Hasan İzzettin Dinamo'nun aralarında bulunduğu aydınlar gözaltına alınıyor ve aylarca tutuklu kalıyor. Hükümet kendi vatandaşlarına ve dünyaya rezil oluyor. Devlet zararları son kuruşuna kadar tazmin ediyor.

6-7 Eylül olayları bir Özel Harp Dairesi provokasyonu. Bu dairenin giriştiği ilk sivil operasyon. Önemli bir ayrıntı: Menderes hükümeti ile Özel Harp Dairesi'nin tam bir uyum içinde gerçekleştirdiği bir "icraat". Bu söylediğim bir spekülasyon değil. Bu iddia Yassıada'da mahkeme kararına bağlanıyor. 27 Mayıs'tan sonra Yassıada'da görülen davalardan biri bu olaylar. Devlet, 27 Mayıs Darbesi'nin hesapsız bir tasarrufu şeklinde kendini yargılıyor ve mahkûm ediyor.

"Güz Sancısı" dünden bugüne bir ışık tutuyor. Bugüne ışık tutacak noktalardan biri, derin devlet denilen, provokasyon yapan devlet cihazının ne kadar beceriksiz olduğunu göstermesi. 6-7 Eylül Olayları, planlı bir provokasyon, ama sonucu tam bir fiyasko. Organizasyonu yapanlar her şeyi ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar ve güya hizmet ettikleri devleti hem kendi vatandaşlarına hem de dünyaya karşı rezil ediyor. Kıssadan hisse: Ergenekon gibi çetelerin bu kadar çok kan dökmesinin temel sebebi, her sorunu şiddete başvurarak çözmeye kalkması değil mi? Beceriksiz olduğu için çok kan döken bir derin devletimiz var.

"Güz Sancısı" kontrastları ile 6-7 Eylül rezaletini, bugün yakından tanımamız gereken bir eksene yerleştiriyor. Farklılıkları birlikte yaşatmak için, imkânsız aşklar gibi haklı birçok sebebimiz vardı; hoyratça yok etmeye kalkan beceriksizler yüzünden astarı yüzünden pahalıya gelen ağır faturalar ödemek zorunda kaldık. Doğru mu?


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi