Edep, Terbiye, Görgü Erozyonu
Otuz yaşlarında yüksek tahsil yapmış sizden yaşça, rütbece ve ilimce küçük bir zat randevu aldı, görüşmek ve tanışmak için evinize geldi. Kendisine "Hoş geldiniz, şeref verdiniz efendim..." diyerek yer gösterdiniz. O da "Hoş bulduk, şeref verdik efendim..." dedi.
Size bir şey sordu, siz anlattınız. Sonra o zat söz aldı ve "Efendim, demin arz ettiğiniz gibi..." dedi.
Şimdi bu adama ne yapılır?
Aslında kovulması lazımdır ama misafir kutsal olduğu için kovulmaz. Sabr ve tahammül edilir. Misafir kesinlikle üzülmez.
Arz, mâdundan (aşağıdan) mâfevke (yukarıya) olur. Terbiyeli, görgülü, mütevazı bir insan "Şeref verdim" demez, teşerrüf ettim der, yani buraya gelmekle şeref kazandım...
Cahil ve okumamış insanları kasd etmiyorum... Yazımın başında yüksek tahsil yapmış bir zat dedim.
Toplumumuz maalesef gün geçtikçe bedevileşiyor. Nezaket, kibarlık, adab-ı muaşeret kalmadı.
Okumuş insanlar aha oha moha demezler, efendim derler. Bendeniz yedi sene Beyoğlu'da okudum. O zamanlar en çok kullanılan kelimeler şunlardı: Teşekkür ederim... Estağfirullah efendim... Bir şey değil efendim... Buyurun efendim...
Küçükler büyüklere "Buyurduğunuz gibi efendim" derlerdi.
Mektupların başına "Pek muhterem efendim... Pek muhterem üstadım..." gibi hitaplar konulurdu.
Mektupların sonunda İhtiramat-ı fâikamı arz u takdim ederim..." yazılırdı.
Bundan yüz sene önce cevabî bir mektuba "Lütufnâme-i âlileri vâsıl-ı dest-i âcizânem oldu..." diye başlanırdı.
Mustafa KemalPaşa 1919'da Samsun'a çıktıktan sonra Sultan Vahdettin Han Hazretleri'ne iki telgraf göndermişti. Bunlara "Atebe-i ulya-yı Hazret-i Hilâfetpenâniye" başlığını koymuş, birinin sonunda imzasının üstüne "Kulları", diğerinde "Kulunuz" diye yazmıştı.
Yaşça, makamca, ilimce büyüğüne "Arz ettiğiniz" diyen kimse eskiden efendiler defterinden silinirdi. Zaten okumuş bir kimse kesinlikle böyle terbiyesizlikler, görgüsüzlükler yapmazdı.
Eski kibar insanlar şöyle konuşurlardı:
"Muhterem validenizin rahatsız olduğunu duydum, inşaallah ifakat buyurmuşlardır..."
Bu cümlenin bugünkü tercümesi şudur: "Anan iyi oldu mu?"
Eskiden terbiyeli insanlar edeple tenkit ve itiraz ederlerdi.
Fikirlerini, görüşlerini kabul etmedikleri yaşlı bir muharrire "Sen sapıksın...Sen Yezitsin...Sen şöylesin...Senböylesin..." diye kaba ve galiz bir lisan ve üslupla saldırmazlardı.
İtirazlarını "Mâlum-i âlileri olduğu üzere..." gibi ifadelerle beyan ederlerdi.
Okumamış vatandaşlar arz etmek, teşrif etmek, teşerrüf etmek gibi kelimelerin mânâsını bilmeyebilirler. Onlara hiçbir şey demem ve kendilerini asla kınamam. Lakin yüksek tahsil yapmış ve bunları bilmiyor, bir büyüğüne "Arz ettiğiniz" diyor, "Teşrif ettim" diyor, işte böylelerini çok ayıplarım.
Yakın tarihimizde korkunç bir lisan, edebiyat, ahlâk, görgü, edep erozyonu oldu.
Sebep olanlar utansın!..
Kelime-i Tevhid Bir Bütündür, Bölünmez...
KELİME-İ TEVHİD, iki kısımdan oluşan bir bütündür. Mü'min olmak için bu ikisini birden dil ile ikrar ve kalp ile tasdik etmek gerekir.
Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin gelmesinden ve Kur'ân'ın inzalinden sonra, risâlete muttali olanların "Muhammed Resulullah" diyerek iman etmeleri gerekir, demeyenler mü'min olamaz.
Kelime-i Tevhid'i ikiye bölmek, Muhammed Resulullah inancını rafa koyup sadece La ilahe illallah demekle ehl-i necat ve ehl-i Cennet olunacağını iddia etmek İslâm'a, Kur'ân'a, Şeriata, imana aykırıdır.
Allah en son Resûlü göndermiş ve insanları ona uymaya, ona iman etmeye davet etmiştir.
Bu daveti reddedenler, Resulü yalanlayanlar; kâfirler, inkârcılar zümresinden olurlar ve onlar küfürleri, yalanlamaları, inkârları dolayısıyla kurtuluş ve Cennet ehli değildir.
Bu söylediklerim Kur'ân'la sabittir.
Bu konuda 14 asırlık çok sağlam bir icmâ-i ümmet vardır.
Resule itaat eden Allah'a itaat etmiş olur.
Resule isyan eden Allah'a isyan etmiş olur.
Resul âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Resulü yalanlayan rahmeti reddetmiş olur.
Allah'ın rahmeti dünyada bütün insanları kuşatmıştır. Ahirette ise mü'minleri...
Kelime-i Tevhidi lisan ile ikrar ve kalp ile tasdik eden bir kimse, İslâm'ın, inanılması şart olan zaruriyatından bir şeyi inkâr ederse mü'min olmaz.
Bir tek farzı inkâr eden küfre düşer.
Bir haramı helâl kabul eden küfre düşer.
Namazı, orucu, zekâtı, haccı inkâr eden kâfir olur.
İnkâr etmeden terk eden kâfir olmaz, günahkâr olur.
Kur'ân-ı Kerîm'de "İbrahim Yahudi ve Nasranî değildi, o hanif ve müslimdi" buyurulduğu halde "İbrahim Yahudi ve Nasranî idi" diyen dinden çıkar.
Eski şeriatlar nesh edilmiş, hükümden kaldırılmıştır.
İsa aleyhisselâm âhir zamanda dünyaya nüzul edince Müslümanların arasına katılacak ve Şeriat-i Muhammediye ile amel edecektir.
Müslümanların yapması gereken, İslâm'dan tâviz vererek "Üç ibrahimî din" vardır demek değil, bütün insanları Hz.Muhammed'e iman etmeye çağırmaktır.
Bugünkü Musevilik Musa aleyhisselamın dini değildir.
Bugünkü Nasranilik İsa aleyhisselamın dini değildir.
İslâm dini, Allah katında tek hak ve makbul din olmak konusunda ortaklık kabul etmez.
Dinlerarası diyalog, İslâm'a ve imana aykırıdır.
İslâm dininde "Dinlerarası Diyalog" diye bir şey yoktur.
Düşmanlıklara ve türlü türlü levmlere mâruz kalmayı göze alarak bu temel gerçekleri yazmış bulunuyorum.