Artist!
Ne diyor, ne diyor, "Silahımı ona doğrulttuğumda yüzüme tükürdü. Alnından vurdum", sonra ilâve ediyor, "On kişi daha öldürdüm." Bayram değil seyran değil; nedir bu "samimi" itirafların esbâb-ı mûcibesi? Reklâm olabilir mi? Bir haftadır herkes bu "artist"in yeni kampanyasını konuşuyor.
Başarılı bir strateji. Aferin!
Rumlar fırsatı kaçırmadı tabii; lâfın üstüne gittiler. Artist abimiz hemen, "Senaryo yazıyordum bir ara aklım karıştı, senaryo ile gerçeği karıştırdım" deyiverdi. Derken harekât günlerinin Kıbrıs Devlet Tiyatroları Müdürü Hilmi Özen, konuya daha mâkul bir açıklama getirdi; meğer sayın "artist"imiz Kıbrıs Türk Alayı'nda askerlik yaparken çok korkmuş, ailesine mektup yazmış. Ailesi de Hilmi Özen'i aramış, "çocuğumuz çok korkuyor amcası" demişler, "bi yardım ediversen" demişler; halbuki komutanları bizim artist'e, değil eline silah verip çatışmaya sokmak, nöbet bile tutturmuyorlarmış. Özen'in ricası üzerine artisti mutfağa nakledip 20 gün sonra da Türkiye'ye postalamışlar!
"Yapmış bir artistlik, gülüp geçelim" diyecek olsak, işini adam gibi yapan yüzlerce artist haklı olarak kırılacak fakat bazı artistlerde böyle bir itiyadın varlığını da kabul etmeliyiz; özellikle basın karşısında dramatik davranmaktan, halk tâbiriyle "klark çekmek"ten, iri ve iddialı lâflar yuvarlamaktan, derinmiş gibi görünmekten pek haz ediyorlar. Aynı tabiatın izlerini bir kısım şair ve müzisyen karakterlerinde görmek de mümkün; çıkıntılık yapmayı, ters köşede durmayı, kozmik vicdânın sözcüsüymüş gibi zaman zaman ekşi lâflar etmeyi pek severler.
Nitekim bir başka artistimizin (ki Türkçesi sanatçı demek oluyor) Ergenekon mevzuunda yoluyla söylediklerini hatırlayınca, "yahu bunlar artisttir; söylediklerini fazlaca didiklemek gerekmez, tuluât yapıyor olabilirler" şeklinde özetlenecek teorimin ciddiye alınması gerektiğini hissedeceksiniz. Uzatmayalım, Müjdat Gezen, ART televizyonuna canlı yayında bakalım neler söylemiş:
"Şu ana kadar telefonla katılanların hukuka saygı, hukuka saygı diye hukuka saygıdan bahsettiler. Benim böyle bir hukuka hiç saygım olmadığını belirtmek isterim; çünkü bu siyasi hukuk... Bunların Türk halkını aptal yerine koymasına asla tahammülüm yok. Ben bir mizahçıyım, ben dilime geleni değil aklıma geleni söylüyorum. Aklıma gelen de şudur. Bu bir hukuk değildir... Oranın aranması, ötekinin tutuklanması Hitler devrinde, Mussolini döneminde olan şeylerdir ama bunun bir siyasi hukuk olduğunu görmezden gelmek de doğrusu etik ve mantıklı değil... Ben korkunun ecele faydası olduğunu sanmıyorum. Hiçbir yerle bağım olmadığı için rahat konuşuyorum... Türkiye tam bir kara mizahın içinde. Kimse sormuyor, Başbakan'ın oğlu 2 gemiciği nasıl aldı? Burası küçük Amerika diye geçiştiriveriyorlar."
Bu da bir nevi, "silahı doğrultunca yüzüme tükürdü; alnından vurdum şerefsizi" tiradı oluyor. Epik bir çıkış; fevkalâde theatral. Perde inerken salon alkıştan yıkılır fakat perdenin arkasında makyajını silerken gözyaşları pudraya karışan artistin geçirdiği duygusal infilâkleri seyirci bilemez. O repliğini söylemiş, toplumsal sorumluluklarının vecîbesini yerine getirmiş ve illâ ki devrana muhalif, yiğit bir duruş sergilemiştir. İcabında, "beni de alın ulan; içeriye attığınız saygıdeğer insanlarla dayanışmak, dışarda kalıp erdemsizliklere katlanmaktan daha güç değildir" yollu fiyakalı cümleler de söyleyebilirdi, gaalib ihtimâlde aklına gelmemiştir; bunun yerine, içine mebzûl miktarda siyasi hınç doldurulmuş bir zihin gurultusunu andıran o cümleyi kırbaç gibi şaklatmıştır sadece: "Allah sonlarını 1960'a benzetmesin. Benim dileğim o..." Oh my God; ne buluş!
...
Mide gurultusu zaptedilmez hale gelip feverân edince etraftakilerden özür dilemek âdettir; bu, bazen, "ben aslında kimseyi vurmadım; kışla mutfağında patates soydum" şeklinde ifâde olunabilir. Bakalım Yassıada güzellemecisinin özrü nasıl olacak?
Ben şahsen, "A be kafam kıyaktı; etmişim bir susak aazlılık" özrünü geçerli mazeret sayarım.