Eşyaya ve mekâna oruç tutturmak!
Evvelâ bir açıklama: Bu yazıda bahsi geçecek "Türk evi" tâbiri, etnik ve milliyetçi bir muhteva taşımıyor; tarihi zaman içinde müesseseleşmiş, boyutlarını bulmuş, ayrıntıları oturmuş bir kültür varlığına işaret ediyor.
Üstelik önemle bilmemiz gerekir ki, uzak dedelerimiz Anadolu yarımadasına geldiklerinde, burada yerleşik ve kadim esaslı bir mimarlık geleneği ile karşılaştılar ve etkilendiler. Etkilenmeleri çok tabii idi çünkü uzak dedelerimiz, bizim gibi her konuyu, "Biz-onlar" zıtlığı içinde kavramıyorlar, aksine çok daha basit ve insâni ölçülere başvurarak algılıyorlardı. Ermeni ve Rum mimarlık geleneği, dedelerimizin iskân ve mesken kavrayışını etkiledi, zenginleştirdi; bu esas üzerinde on asırlık "Yerli" bir mimarlık geleneği yaşadı; tâ ki apartman çağına kadar...
Bir hususa daha işaret edelim: Ermeni ve Rum yapı işçiliği ve ustalığı, Anadolu'da XX. Yüzyıl'ın ilk çeyreğine kadar Osmanlıların mekânla ilişkisinde arabulucu olmuştur. Rum ve Ermeni ustaları, sivil veya kamuya ait binalarda teknik maharet gerektiren önemli iş kollarında kilit vaziyetinde vazgeçilmez teknik eleman mevkiinde idiler. Geleneksel Türk evi dediğimiz kültür mirasında onların katkılarını inkâr etmek mânâsızdır zira imza koydukları binalar hâlâ bize şahitlik ediyor. Sadece mimarlık değil, meselâ musiki sahasında da, giyim-kuşam, mutfak gibi hayatın maddi tezahürlerinde de gayrımüslim tebaanın, müşterek sanatımıza kattığı değerler inkâr edilemez; idari yapıda, bürokraside, sair sanat ve zenaatlarda da gayrımüslimlerimiz müşterek hayatımızı renklendirip zenginleştirdiler.
Osmanlıların, biz Cumhuriyet kuşaklarından farklı işleyen bir yaklaşımları vardı; İslâm dininin sessiz kaldığı alanlarda, temel İslâmî ve insânî ölçülerine aykırı kalmamak kaydıyla farklı çözümleri benimsemekte müşkülpesend davranmıyorlardı; bu yaklaşım biçimi onların problem çözmekteki aczini değil, bilakis rahatlıklarını işaretler. Emevîler zamanındaki İslâm fütûhat ve yayılmasında yöneticiler, bulundukları iklimin yerli değerlerinden İslâm'a uygun ve kullanışlı bulduklarını benimsemekten çekinmediler. Hâsılı kelâm, burada % 100 yerli ve millî bir meziyetten bahsetmeyeceğim; meselâ an'anevî Japon mimarlığında da aynı insâni meziyetlerin -üstelik daha fazlası- vardır.
*
"Türk Evi"nin meziyeti nedir; niçin eski evlerimizin önünden geçerken -artık içinde yaşamıyor, ara sıra önünden geçiyoruz!- "Ah keşke şurada yaşasam!" diye göğüs geçiriyoruz, buyrunuz maddeler halinde tahlil edelim:
1- Bu evler, "Komşuluk mesafesi ve mahremiyeti"ne dikkat eden bir mahalle anlayışı içinde topoğrafyada yerini alıyor. Mühim kısmı, ufak da olsa bahçelidir, hemen hepsinde avlu kısmı vardır. Ara sıra çıkmaz sokak yapar; bütün çıkmaz sokaklar tatlıdır, bize dairdir biraz...
2- Bu evlerin inşâsı kolaydır, pratiktir. Malzeme ve ustalar hazırsa, bir aya bile kalmadan temelden inşa eder, içine girebilirsiniz. Kapı ve pencerelerin "modüler" özellikte inşa edilmesi ve binanın ahşap iskeletle yükselmesi inşaat süresini kısaltır. Yangına karşı gevrek ve dayanıksız ama yeniden inşa ihtiyacına karşı çok esnek bir yapısı vardır.
3- Paşa konakları hariç, siz bilemediniz 40-50 metrekare üzerine oturan küçük binalardır; genellikle tek katla yetinmez, ikinci; nadiren üçüncü katlara doğru yükselir.
4- Esas meseleye geliyoruz: Arsası bugünün ölçülerine göre küçük olmasına rağmen evler geniştir. Niçin? Çünkü eski evlerimiz eşyasız değil, mobilyasızdır. Gelenek öyle kurulmuş ve çok isabetli kurulmuş.
a- Masa, sehpa, zigon, büfe, komodin, konsol vesaire yoktur, yer sofrası veya rahle vardır.
b- Koltuk, iskemle yoktur; sedir ve minder vardır.
c- Gardrop yoktur, çünkü gardrobu gerektirecek derecede fazla giyecek yoktur; gardrop yerine yüklük (Müsendire-musandıra) vardır.
d-Yatak odası takımı, 5-6 metrekarelik devâsâ yataklar, tuvalet masası da yoktur. Yatak-yorgan yatma saati geldiğinde (yatsıdan sonra) yüklükten çıkarılıp yere serilir (Zenginler iki kat), sabah katlanıp yüklüğe girer.
e- Teknik sebeplerden ev içinde sulu alan bulunmaz; çok çok, abdest almaya yarayan küçük bir yüklük (Cağ) vardır. Helâ alt katta veya bahçe içinde evden uzakçadır. Büyük temizlik için civardaki hamama gidilir; civarlarda da zaten daima bir hamam bulunur zaten!
f- Mutfakta tezgah olmaz, gerekirse sini kurulur. Buzdolabı olmadığı için yemekler dolapta saklanır ama bir gün için. Eskiden hanımlar evde oldukları için her gün taze yemek yaparlarmış, hayret! Mutfağın en belirgin elemanı ocaktır. Kaplar, raf ve kapalı dolaplarda saklanır. Kap sayısı az ve fonksiyoneldir. Birkaç düzineden azıyla yetinmeyen yemek takımı saçmalıkları, yüzlerce parçadan oluşan çatal-kaşık setleri, tencere tava takımları bulunmaz. Haliyle 12 kişilik yemek masası ve onların vazgeçilmez parçası 12 abulabut (Çoğu çirkin ve rahatsız) iskemle de yoktur.
Bir Türk evinde gözünüze çarpan ilk şey sadeliktir; sadelik, ferahlık ve genişlik hissi; hattâ alışkın olmayanlar için bu evler boş bile görünebilir. 6 metrekarelik odalar bile bu yüzden salon gibi geniş görünür. Eski evlerde işe yararlık (fonksiyon) önde tutulmuştur. Kullanılan bütün eşyalar, gerektiğinde bir kişi tarafından kaldırıp yeri değiştirilecek derecede hafif, portatif, esnek ve sayıca azdır. "Bayramda komşulara, Ramazan'da akrabalara ayıp olmasın" diye borç-harç alınıp yılda iki gün bile kullanılmayan ağır eşyalara hizmetçilik etmek, bizim gibi "akıllı" kuşakların icadıdır.
*
Anadolu'da bugün, "Ev dediğin 150 m²'den başlar" diye bir anlayış yaygınlaştı; buna "Dubleks" tutkusunu da ilave edince mesken kavrayışımızın, hiç de insânî olmayan ölçekte abartıldığı âşikârdır. Evlerimize, -imkânımız varsa tabii- neredeyse otomobil büyüklüğünde yürüyüş bandı da koyuyor, ayakkabılar, çamaşır için özel odalar tahsis ediyoruz. Jakuzi cabası. Banyolar, mutfaklar artık oturma odası kadar geniş tutuluyor. Evlerimizde ucunda elektrik fişi bulunan âletlerden adım atacak yer kalmadı. Müthiş elektrik ve su tüketiyoruz. Diş fırçalamak için bile motorlu âlet kullanmanın yaygınlaştığını da hesaba katın siz...
*
Gelelim, "Ne yapmalı?" konusuna...
Hayır, "Evlerimizi eşya deposu haline getirmekten vazgeçelim, atalım gitsin; evlerimiz rahatlasın; biraz eşyâya oruç tutturalım. Minimalist yaşayalım yahu!" demek geliyor içimden ama söyleyemiyorum. Bu konuda samimi olmak için işe evvela kendi evimden başlamam lâzım çünkü...
Yeni evlenecek gençlere sesleniyorum. Ev kurarken, "O da olsun, elde var bizde eksik kalmasın" diye gözünüzü karartmayınız sevgili gençler. Başbaşa verip "En gerekliler", "İhmâl edilebilecekler" ve "Katiyyen eve sokulmayacak şeyler" listesi yaptıktan sonra sırayla vazgeçebileceklerinizi işaretleyiniz. Göreceksiniz ki vazgeçilebilecekler listesi hiç de az değildir. Evlerinizi sadeleştirebilirsiniz; sizin elinizde ve sizin iktidar sahanızda olan bir tercihtir bu.
Sadelik ise çok zahmet ve görgü ile elde edilebilecek en yüksek estetik meziyetlerin başında geliyor. Aman gençler, bize kimse hatırlatmadı demeyin; işte söylüyorum; aman ha!.
[email protected]