Bir sevgi, şefkat ve hamiyet devletinin kuruluş yıldönümü
Rivayetler muhtelif olmakla birlikte, 27 Ocak 1299, Osmanlı Devleti’nin resmen kurulduğu tarih olarak genel bir kabul görür…
Bu münasebetle, genelde Osmanlı Devleti’ni, özelde ise o devleti bir “sevgi, şefkat ve hamiyet devleti”ne dönüştüren “Osmanlı insanı”nı takdim etmek istiyorum.
Bilirsiniz, her devlet kimliğini insanından alır. İnsanımız “hayrat (Sırf Allah rızası için yapılan iyilikler) ve hasenat (sevaplar) insanı” iken, devletimiz, insan odaklı, vatandaşını merhametle seven, hakkını-hukukunu, nâmus ve haysiyetini koruyan bir “sevgi, şefkat ve hamiyet devleti” idi.
Ne zaman ki, insanımız, “hayrat ve hasenat insanı” olmaktan çıkıp, salt kendine yaşamaya başladı, işte o zaman devletimiz “sevgi, şefkat ve hamiyet devleti” olmaktan çıkıp kendi insanına vuran, kendi insanını kıran, inciten “ceberrut devlet”e dönüştü.
Sözün tam burasında, “Neye lâyıksanız öyle yönetilirsiniz” mealindeki Hadis-i Şerif, insanın dünyasına giriveriyor.
Demek oluyor ki, daha fazlasına değil, bu kadarına layığız! Zira “Yanlış insan”dan “doğru devlet” çıkmaz.
Bu gerçeklerin ışığında Osmanlı insanına baktığımız zaman, çoğunun, hayretini ve dehşetini bile zikirle, şükürle ifade edecek kadar Allah’a yakın olduğunu görüyoruz…
Ayrıca Osmanlı insanı faziletli, basiretli, ferasetli, hamiyetli, müsamahakâr ve şuurlu (mânâya ulaşmak için lütfen sözlüğe bakar mısınız), şuurlu insanlar olduklarını da görüyoruz.
Maalesef onlardan ve onların dünyasından koptuk…
En basitinden, onlar hayrete düştüklerinde hayretlerine zikir katar, şaşkınlıklarında bile Allah’ı anarlardı: “Allahallah!..”
Daha da şaşırdıklarında “Fesübhanallah” (Allah’ı her türlü noksanlığından tenzih ederim) derlerdi… Başka bir hayret ifadesi, tamamıyla “tevhid” biçiminde olurdu: “Lailahe İllallah!..” (İlahlar yok, Allah var). Hayret ve şaşkınlığa dehşet de karışırsa, duygularını yine bir ayetle ifade ederlerdi:
“Lahavle vela kuvvete illa billah…” (Güç ve kuvvet ancak Allah’a mahsustur).
Bir yanlış yapıldığını gördüklerinde ise akıllarına ilk gelen şey, her türlü yanlıştan ve günahtan Allah’a sığınmak olurdu: “Tövbe estağfurullah!”
Yanlış adım atıp sendelediklerinde ağızlarından yine “tevhid” fışkırırdı: “Hay Allah!..”
Kızdıklarında beddua yağdırmaz, yine Allah’a havale ederlerdi: “Allah müstahakını versin!”
Bir şeyde âciz kaldıklarında, ya da güçlü biri tarafından ezildiklerinde Allah’ı “vekil” edip rahatlarlardı: “Hasbunallahu venimel vekil!” (Bana Allah yeter, O ne güzel vekildir).
Başlarken “Bismillah”, bitirince “Elhamdülillah” demek de Osmanlı insanının “tevhid” inancından gelen tesbihiydi.
Duruşunu vahye göre ayarlar, her tercihi inançlarından kaynaklanır, seçimlerini inanç ekseninde yapar, tüm hayatını “zikir, fikir, şükür” çerçevelerdi. Osmanlı insanı dua ve kıble yürekliydi…
Bu yüzden Osmanlı Devleti’nin 500 sene müddetle hükmettiği coğrafya üzerinde (ki aynı coğrafyada bugün 30 civarında devlet vardır) barış ve hoşgörü hüküm sürüyordu…
Yaygın tabirle söylemek gerekirse, Osmanlı coğrafyasında kurtla kuzu yürüyordu.
“Osmanlı insanı” dediğimiz “Yürek Adam”ların inşası dört temel değer üzerine gerçekleşmişti…
1. Errizku Alellah! (Rızkı veren ancak Allah’dır).
2. Tevekkeltü alellah! (Allah’a dayandım).
3. Ya sabır!
4. Bu da geçer ya hu!
Birincisi, insanın daha zengin, ya da güçlü olduğu için bir başka insan karşısında ezilip büzülmesini, eğilip bükülmesini önlüyor, insana “kulca” bir duruş kazandırıyordu…
“Kulca duruş” sahibi olmak, “İyyake na’budu”nun sırrına ermekti: Bu da yalnız Allah’a dayanmak, O’na ibadet etmek ve Ondan istemek anlamına geliyordu. İşte bu yüzden Osmanlı insanı minnetsizdi…
Sabretmesini bilir, Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle, “sabır içinde şükür” boyutlu yaşardı.
Bunun için hayatında darlıklar, krizler, bereketsizlikler olmazdı…
Kısacası Osmanlı insanı, hayretler içinde kaldığında, “lailaheillallah”; dert ve üzüntülü anlarında “hasbinallah”; beğendiği bir şey gördüğünde “maşaallah; her nimet için ayrı ayrı “elhamdulillah”; küstüğünde “fesübhanallah”; günahları için her daim “estağfirullah”; her musibete “inna lillah…”; kazaya rıza babında “tevekkeltu alellah” diyen ve her türlü ezilmişlik duygusunu “hasbinallah”; her darlık ve hastalık dönemlerini “ya sabır” ve “bu da geçer ya hu” ile atlatan bir yapıdadır.
Kendisi “özel” olduğu için “güzel” bir devlet kurmuştur.
Biraz gecikerek de olsa, Osmanlı Devleti’mizin 710. kuruluş yıldönümü mübarek olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.