Geride bırakırken
Her başkan, her başbakan veya parti eninde sonunda adının tarihe beraber geçeceği, ileride adı anıldığında beraberinde hemen akıllara gelecek olan bir şeylere imza atar, öncü olur. Mesela AK Parti iktidarı için bu, bütün günahları ve sevaplarıyla geride bıraktığı sekiz yıl sonunda derin devlete karşı verdiği umarsız mücadeledir. Evet her parti, her iktidar gibi onun da hataları, yapması gerekirken yapmadığı işler, söylemesi gerekirken söylemediği konular mevcuttur. Ancak hayatımızı bilmem ne kadardır birçok alanında etkiler hale gelen Ergenekon Canavarı’na ilk dur diyecek olmak hiç de küçümsenecek, yüz ekşitilecek bir mesele değildir. Zira kolu, bekleyelim görelim nerelere kadar uzanmaktadır da, metastas yapan ve bir o kadar da bulaşıcı bir hastalık gibi her taşın altından, her karanlık koridorun sonundan, her kapalı perdenin ardından o çıkmaktadır. Böyle bir yapıyla mücadele de takdire şayandır. Hele hele kolları ve bacakları ile hükümete karşı tuzaklar kurmaya devam eden kırk canlı bir canavardan bahsediyorsak. Bakalım bugün, şu anda, etrafımızda gelişen olaylardan hangisinin Ergenekon bağlantılı olduğunu öğreneceğiz, ileride... Hani, polisiye filmi seyrederiz ya, entrikalarla dolu, bizimkisi o değil, filmin ta kendisi olmak, içinde yaşamak. Tam bir kâbus gibi. Bir gün uyanacağımız bir kâbus gibi. Kötülerin cezalarını bulacakları, iyilerin hep kazanacakları bir sonla noktalanacak rüyasıyla takip edilen bir kâbus. Şimdilik. AK Parti de sevin, sevmeyin, kızın, kızmayın bu kâbusun iyi adam rolündeki başaktörü. Hep de öyle anılacak. Çünkü ilk oldu. O cesareti gösterdi.
Bir de Mesut Yılmaz gibiler var. Hatırlayınız: “Siyasi hayatıma mal olacak bile olsa bu kanunu çıkartacağım” sözünün sahibi de oydu. Hani, şu cep telefonu faturalarımıza nereden geldiğini bilemeden bir gecede eklenen verginin müsebbibi. Konu, sekiz yıllık kesintisiz eğitim. Yani, çocuklarımızın hakkaniyetle eğitim almayışlarına bizi, kendimizi, bizleri alet eden verginin koyucusu. Dindarsın ya, kendi elinle çocuğunun geleceğine kurşun sıktırılacaksın. O gün bugündür bu ülkenin evladı, ısrarla ifade edildiği gibi “aynı çatı altında” kesintisiz eğitimin pençesinde can çekişir durur. Ne imiş? Bu, pedagojik açıdan gerekli imiş. Eğitim sekiz yıl olmalı imiş. Ve bu pedagojik açıdan ancak “aynı çatı altında” olursa olurmuş! Çünkü gelişmiş ülkelerde böyle imiş! Beş yaşındaki ana sınıfı öğrencisi, on iki on üç yaşındaki ergenliğe adım atmakta olan ağabeylerinin arasında, aynı servisi, aynı bahçeyi, aynı tuvaleti paylaşmaktadır sonucunda. Büyükler itişir kakışırken, koşturup kovalaşırken narin küçük kızlar oynamak için kendilerine bir köşe bulabilirlerse ne ala! Bilemiyorum, biz dünyanın hangi gelişmemiş ülkesindeyiz ki, burada ABD’de üçüncü sınıf öğrencisiyle sekizinci sınıf öğrencisinin aynı yemekhaneyi, aynı oyun alanını paylaştığını göremezsiniz. Bizim gelişmişliğimiz de kendi nev’i şahsına münhasır bir gelişmişlik olmalı! Her şeyimiz gibi...
Şimdi Mesut Yılmaz’ı andıkça çocuklarımızın geleceğine balta vuruşunu hatırlamamamız mümkün mü? Değil. Onun adı hep İmam Hatiplerin önünü kesişi, katsayı belasını çocuklarımızın başına sarışıyla birlikte anılacak... Katsayı uygulaması yarın öbür gün kaldırılsa da kaldırılmasa da.
On yıl önce, on yıl sonra, söyle bana adın ne, neyle anıla?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.