Filistin nire, Davos nire, Sultan Abdülhâmid nire!..
Lafı hiç dolaştırmadan, öncelikle Davos’taki çıkışından dolayı Sayın Başbakan’ı tebrik ediyorum. Ayrıca da, tarihten nasibini almaya çalışan bir hemşehrisi olarak kendilerine teşekkür ediyorum.
Ne zaman yakın tarihe gitsem Filistin dramına toslarım. Yüreğim yarılırken, “Öteki Arap”ların suskunluğuna şaşarım. Zaman zaman Türkiye’nin de katıldığı bu suskunluk sinirlerimi bozar.
Başbakan’ın verdiği “diplomasi” sınırlarını tarumar eden sert tepkiyi görünce, fark ettim ki, tıpkı benim gibi onun da yüreği acıyor. Siyaseti de, diplomasiyi de çıkışının gerektirebileceği tüm bedelleri bir anda unutmuş, sadece yürek yangınını dışa vuruyor... “Devlet adamlığı”nı değil, insanlığını konuşturuyor… Başbakanlığını dahi ötelemiş, vicdanının sesiyle kükrüyor…
Vaktiyle Sultan II. Abdülhamid’in yaptığı gibi tıpkı…
•
Yıl 1901… Osmanlı tahtında dış politika dehası Sultan II. Abdülhamid oturuyor…
Yıldız Sarayı Protokol Dairesi, Avusturya’nın en itibarlı gazetelerinden birinin Padişah Hazretleri ile bir röportaj yapıp yayınlamak istediğini bildiriyor… Padişah, teklifi kabul ediyor: Zira gündeminde Makedonya meselesi vardır ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu bu mesele ile yakından ilgilidir… Hem Makedonya konusunda, hem de Osmanlı Devleti’nin tümü hakkında dünyaya vermek istediği mesajları Avusturya gazetesi vasıtasıyla verebileceğini düşünüyor.
Ve “Siyonizm”in kurucu önderi meşhur Theodor Herzl, (Bunyamin Ze'ev Herzl) “Avusturyalı Gazeteci” kimliği ile İstanbul’a geliyor.
Emanuel Karaso isimli Yahudi asıllı Osmanlı siyaset adamının (Selanik’te doğdu. Selanik’te avukatlık yaparken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Üstad-ı Âzamı olduğu Makedonia Risorta isimli mason locası ile İttihat ve Terakki Cemiyeti arasında ilişki kurdu. Locanın, cemiyete mali yardımda bulunmasını sağladı. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Selanik Mebusu olarak Meclis-i Mebusan’a (Osmanlı parlamentosu) girdi. 31 Mart Vak’ası’nın arkasından Sultan İkinci Abdülhamid’in tahttan indirildiğini bildiren üç kişilik heyette yer aldı. Ermeni Aram Efendi ve Arnavut Esad Toptani ile birlikte padişahın yanına giren Karaso, “Seni millet azletti” demek küstahlığında bulundu. Hem Karaso’nun heyette bulunması, hem de küstah bir ifade ile “azletti” demesi “Padişah-ı âlempenah”a çok dokunmuştu. “Herhalde ‘halletti’ demek istiyorsunuz” diye küstahlığına vurgu yaptı. Sultan II. Abdülhamid, Selanik’te sürgünde iken bu olayı hatırlatacak ve şöyle diyecekti: “... Bu Yahudi’nin (Emanuel Karaso’nun), ‘hal’ [tahttan indiriliş] kararını tebliğ edişi bana çok dokunmuştur. Yıldız’a gelen mebuslar heyetinde Emanuel Karaso’yu hiç unutamıyorum. Bu suretle makam-ı hilâfete hakaret edilmiştir. Yahudilerin, Hazret-i Peygamber zamanından beri sadr-ı İslâma ve Makam-ı hilâfete karşı duydukları kin ve nefret cümlenin malumudur.”) başında bulunduğu “Yahudi Lobisi” ortamı hazırlamaya, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulabilmesi için milletvekillerini yumuşatmaya ve taraftar toplamaya çalışıyordu.
Theodor Herzl, önce bu lobi ile görüştü. Sonra Emanuel Karaso ile baş başa çalışıp bir “hareket plânı” hazırladı. Her şey tamamdı. Artık Padişah’ın huzuruna çıkabilir, meş’um teklifini yapabilirdi.
Gitti ve bin dereden su getirerek teklifini yaptı:
“Efendim, malûmaliniz, Devleti Âliyye’nin dış borçları mühim bir yekün tutuyor. Bu konuda dünya Yahudileri minnet duygularının bir nişanesi olarak yardımcı olmak istiyorlar. Müsaade buyrulur mu?”
Düpedüz Osmanlı Devleti’nin tüm dış borçlarını ödeyebileceğini söylüyordu.
“Ne karşılığında?” diye sordu Padişah.
Yahudilerin karşılıksız günahlarını bile vermeyeceklerini tecrübeleriyle biliyordu. Bu soru karşısında Herzl baklayı ağzından çıkarmak zorunda kaldı: “Karşılıksız, efendim; tabii Zat-ı Şahâne (Padişah), dünya yüzünde yersiz yurtsuz yaşamaya mahkûm edilmiş Musevi kullarına yerleşebilecekleri bir toprak parçası ihsan buyururlarsa, ayrıca minnettar oluruz.”
“Hangi bölgeden?” diye sordu Padişah, olayı çoktan kavramıştı.
“Zat-ı Şahâne münasip bulunursa, meselâ Filistin bölgesi olabilir.”
Abdülhamid Han, Selânik’te sürgünde iken nöbetini tutan genç bir yüzbaşıya bunu hikâye ettikten sonra, şu mealde konuşmuştu:
“... Birden kan beynime sıçradı. Düşünün ki, Yüzbaşım, Makam-ı Saltanatımızda bu iki Yahudi (Teodor Herzl ve Emanuel Karaso), rüşvet teklifi cesaretinde bulunuyorlar. ‘Terk edin burayı, vatan para ile satılmaz!’ diye bağırmıştım. İçeri giren saray adamlarına da, her ikisini almalarını söylemiştim.”
Bu cevap o tarihteki vatansever yürekleri, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki çıkışının bizim yüreklerimizi damıtması gibi, eminim damıtmıştır. Çoğunluğa “Bravo” dedirtmiş, sevindirmiştir.
Ama bir de bunun “sonra”sı vardır. Gene Sultan II. Abdülhamid’den dinleyelim:
“İşte bundan sonra, Yahudiler bana düşman oldular. Şimdi burada Selanik’te çektiklerim, Yahudilere toprak vermeyişimin cezasıdır!..”
Ama boşverin: Gerektiği zaman çıkış yapılır, bedeli neyse o da ödenir!
Şimdiye kadar susup-pusup oturan başbakanlar ve hükümetler dünyaya çok mu yaranabildiler sanki?
Tamam, “Başbakan Davos’ta tarih yazdı” filan gibi ifadeler kullanmak, olayı fazla abartmak, fazla heyecana boğmak olur, ancak Sultan II. Abdülhamid’den bu yana özlediğimiz bir çıkış yaptığı da inkâr edilemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.