Efendimiz’in (s.a.v) Yahudilerle mücadelesi (1)
Bir önceki hafta sizlere Efendimiz’in (s.a.v) o günkü adı ile Yesrib’e hicret ettiğinde, orada bulunan Yahudilerle nasıl bir yöntem ile mücadele ettiğini yazacağıma söz vermiştim. Öyle ise gelin Üsve-i Hasene, yani hayatın her alanı ve her anının tartışılmaz rehberi olan, Efendimiz’in (s.a.v) bu alandaki örnekliğini, o günün olayları içerisinde, ama bugüne de söz söylediğini unutmadan anlamaya çalışalım.
Efendimiz (s.a.v) Nübüvvetin 13. yılında Yesrib’e hicret ettiğinde, orası 10 bin nüfuslu, o günün şartları içerisinde orta ölçekli bir şehirdi. Bu nüfusun yarısı, yani 5 bin kadarı Yahudi, geri kalan 5 bini ise Arab-ı Aribe diye bilinen has Araplardan oluşuyordu. Bu Araplarda kökenleri Yemen’e dayanan Ezd kabilesinin içerisindeki 5 büyük kabilenin 2'sinden müteşekkildiler. Tarihte isimlerini çokça duyduğumuz bu 2 kabile Evs ve Hazrec’lilerdi. Aynı babanın iki oğlundan soyları oluşan bu Araplar, ne yazık ki asırlık çekişmeleri ile birbirleriyle savaş halindeydiler. Tarihe Bu’âs Savaşları diye geçen bu kardeş kavgalarından en memnun olanlar, elbette bölgedeki Yahudilerdi. Çünkü onlar birbirlerine düştükçe, güçleri zayıflıyor, etkinlikleri kırılıyor, bunun neticesinde de Yahudiler bu ortamdan çokça istifade ederek, onlar üzerinde her türlü hâkimiyeti çok daha rahat bir şekilde sağlıyorlardı. Bundan dolayı da bazen Evs ve Hazrec arasında bir ittifak ya da bugünün lisanı ile bir ateşkes ilan edilse, Yahudiler ne yapıp edip, bunu bozmaya çalışıyor, onları yine birbirlerine düşürüyorlardı. Bu tablo bize çok tanıdık geldi; değil mi? Sanki bugünün dünyasını anlatıyor gibiyiz. Zaten Efendimiz’in (s.a.v) yaşadığı dünyayı tarihe hapsetmeden okumayı becerebilsek, göreceksiniz ki değişen hiçbir şey yok; değişen sadece zaman, mekân ve olayın aktörlerinin isimleridir. Zihniyet aynı zihniyettir ve bu zihniyet aynı olduğu için de, onlara karşı yürütülecek mücadelenin yöntemi aynıdır.
Efendimiz (s.a.v) Medine’ye hicret ettiğinde Arapların hali böyleydi. Peki, ya Yahudilerin durumu nasıldı? Şimdi onların durumunu anlatınca, şaşıracak ve diyeceksiniz ki; bu kadar mı benzerlik olur? Sanki o günü değil de, bugünü anlatıyormuşuz gibi gelecek sizlere, gerçekten durum aynen bugünkü gibidir.
Allah Rasûlü (s.a.v) Medine’ye hicret ettiğinde tahmin edeceğiniz üzere; bölgenin siyasi, iktisadi ve içtimai tüm ipleri Yahudilerin ellerinde bulunuyordu. Nüfus itibari ile Araplarla aynı oranda olmalarına rağmen, hayatın her alanında hâkimiyet onlardaydı. 5 bin nüfuslu Yahudiler, bazı alt aileleri içerisinde barındırsa da, 3 büyük kabileden oluşuyorlardı. Bunlar, Benû Kaynuka, Benû Nadir ve Benû Kurayza’dır. Bu kabilelere ait bazı bilgileri yazımızın ilerleyen bölümlerinde sizlerle paylaşacağız.
İşte Efendimiz (s.a.v) böyle bir bölgeye hicret etmek durumunda kalmıştı. Allah Rasûlü (s.a.v) gerek hicrettin öncesinde, gerekse sonrasında bölgeyi çok yakından takip eden ve tanıyan biriydi. Orada Yahudilerin neler yaptıklarını, neleri hedeflediklerini ve bu hedeflerine ulaşmak adına neler yapabileceklerini, hem elde ettiği bilgilerden, hem de Kur’an’ın Beni İsrail hakkında azımsanmayacak düzeyde dile getirdiği beyanları ile çok iyi anlamıştı. Özellikle Akabe Biatları sürecinde yakın bir temas kurduğu Yesrib’i her yönü ile incelemiş, oraya gönderdiği muallim olan Mus’ab ibn Ümeyr’den gerekli bilgileri almış ve bu bilgiler ışığında daha hicret etmeden onlarla nasıl bir mücadele edeceğinin yöntemini belirlemişti.
Bu mücadelenin ilk ayağı hiç şüphesiz Medine İslâm Devleti'nin Anayasası olan Medine Vesikası idi. Merhum Hamidullah Hocamızın da belirttiği gibi, yeryüzünün ilk yazılı Anayasa olma özelliğini taşıyan bu 47 maddelik (Hamidullah Hoca, bazı alt maddeleri de, birer birer ele alarak vesikanın 52 maddeden oluştuğunu söyler.) Vesika, gerçekten üzerinde çalışmayı çokça hakkedecek önemli bir konudur.
Efendimiz (s.a.v) bölgeye hicret ettiğinde Medine’nin tüm kavmî ve dinî unsurlarını dışarıda bırakmadan içerisine alarak oluşturduğu bu çok hukuklu antlaşma metninin, 1’den 23’e kadar olan maddeleri Müslümanları, 24’ten 47’ye kadar olan maddeleri ise Yahudileri ilgilendirmekteydi. Efendimiz (s.a.v) bu antlaşma ile belli şartlar çerçevesinde Yahudilerin ellerinde var olan siyasi üstünlüklerini kontrol altına almış ve o güne kadar astığım astık, kestiğim kestik mantığında olan Yahudileri de bu Anayasa'nın gölgesinde yaşamaya mecbur etmişti. Tabiî Yahudilerin bu antlaşma metnini neden kabul ettikleri meselesi de önemli bir bahistir. Bu konuda birçok neden sayılabilir; ama özellikle birkaç tanesini anmak gerekirse; en başta Müslümanların siyasal anlamda güç kazanmalarını ve Bedir Savaşı'nın galibi olarak Medine’ye dönmelerini söyleyebiliriz. Ayrıca, Efendimiz’in (s.a.v) düne kadar birbirlerini yiyen Evs ve Hazrec kabilelerini birbirlerine ve Muhacirleri de onlara kardeş kılmasının, bu kardeşliğin destansı bir boyuta varmasının da etkileri vardı. Bir diğer husus ise üzerinde ittifak edilen antlaşma metni, sadece Müslümanlar ile Yahudiler arasındaki hukuku düzenlemekle kalmıyor, Yahudilerin kendi aralarındaki hukuku da düzenliyordu. Mesela; hiçbir hukuksal zemine dayanmayan ve tamamen ailevi bir üstünlük eseri oluşturulan diyet bedellerindeki haksız oranlar eşit düzeye çekiliyor; toplumda var olan ayrıcalıklar tamamen ortadan kaldırılıyordu. İşte bu ve daha nice sebeplerden dolayı Yahudiler, Medine Vesikasını kabul ediyor ve bu hukukun içerisine dâhil oluyorlardı.
Efendimiz (s.a.v) ihaneti içselleştiren bu toplumun rahat durmayacağını çok iyi biliyordu. Bunun için de hiçbir zaman tedbiri elden bırakmıyordu. İlk iş olarak Zeyd b. Sabit’e onların yazı ve konuşma dilleri olan İbranice’yi öğrenmesini emretti. Zeyd, bu emir gereği 15-17 günlük kısa bir zaman zarfında bu dili, bir Yahudi kadar güzelce öğrendi.
Allah Rasûlü’nün (s.a.v) ilk tedbiri bu olmuştu; ama bu tedbir elbette son olmamıştı. Başka neler yapmıştı? İnşallah devamı bir dahaki yazıya...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.