Baykal’ın dönüşümü üzerine salvolar
O hızlı gidişin sonunda bu noktaya geleceği belliydi…
Laikliği anayasal bir ilke olmaktan çıkarıp “hayat tarzı”na dönüştüren ve hatta kavga malzemesi, kimi zaman da tehdit unsuru olarak kullanan “laikçi” (laik demek böylelerine az geldiği için bu pek sevmediğim ifadeyi kullanmak zorunda kalıyorum) bazı yazarlarımız, artık Sayın Deniz Baykal’ı da beğenmiyorlar!
“Çarşaf açılımı”ndan sonra gündeme taşıdığı “Kur’an kursu açılımı” yüzünden, onun “laikliğe ihanet” ettiğini düşünüyorlar… Sadece düşünmüyorlar, çatır çatır da yazıyorlar. “Çakma CHP” diye de küçümsüyorlar. Neredeyse Sayın Baykal’ın “laikliği koruma ve kollama”ya adadığı siyasi hayatını bir kalemde silip atacak ve bir çırpıda onu da “laiklik düşmanları”nın saflarına itekleyiverecekler. Çünkü usta-çırak ilişkisi içinde CHP’li olmuş bazı meslektaşlarımızın kafasında milletin dinine-diyanetine saygılı türden bir laiklik yoktur!..
Onlar eski CHP’nin 1950’lere kadar sürüyüp getirdiği türden bir laiklik olmadıkça rahatlamıyorlar çünkü… Ezansız, Kur’an’sız, milletsiz, imamsız-hatipsiz, hatta camisiz bir Türkiye rüyası görüyorlar.
Buyurun, şu haber eski CHP iktidarından kalmadır: “Ekserisi Anadolu yakasında bulunan camilerden 90 tanesi seddedilecektir (kapatılacaktir)… “Kapatılacak camilerin imam ve kayyumları diğer camilerde vuku bulan münhallere (boş kadrolara) tayin edilecek, bu suretle memursuz kalacak camiler sedd edilecek ve sedd edilenler satılığa çıkarılacaktır.” (30 Kanunuevvel 1928 tarihli Vakit Gazetesi)
Buyurun, bunlar da 1950’ye kadar lise ikinci sınıflarda okutulan tarih kitabındaki ifadelerdir:
“Kâbe; mikâp yâni tavla zarı şeklinde demektir… Ne vakit ve kimler tarafından yapıldığı da bilinmiyor. Arap an’anesi Kâbe’nin inşasını İbrahim Peygambere atfetmektedir.”
“Bu mukaddes karataş (Hacer-ül-esved) an’anesi aynen Friklerde de vardı. Friklerin mukaddes sayarak ihtiram ve ibâdet ettikleri karataş bugünkü Afyon Karahisar şimalinde, kadîm Pessinüs şehrinde bulunuyordu. Bunun kudsiyeti an’anesi bu şehrin Romalılar tarafından zaptına kadar devam etmişti. Demek ki, Kâbe’nin bir köşesindeki karataşın kudsiyet almasından, ziyâret ve tavaf edilmesinden çok evvel Friklerde karataşın mâbet ve ziyaretgâh esası olması âdeti teessüs eylemiş bulunuyordu.” (S. 85)
Afet İnan’a yazdırılan “Medeni Bilgiler” isimli başka bir kitaba buyurun şimdi de; bakın ki eski CHP’nin din anlayışı nasıl bir şey?
“Gerçekte dinleri konusunda halkın hiçbir fikri yoktur; din dediği şey, bilinmeyen inanç dizgelerine ve gizle (saklılık) karışık emellere kör bağlılıktan başka bir şey değildir...
Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerin cehaletlerinin yardımıyla, utanmaksızın Tanrı tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur… Tüm dönemlerde toplumun kutsallaştırdığı boş düşüncelerden tehlikesizce sıyrılmak imkânsızdır…
Kralların ve Padişahların istibdadına, dinler mesnet (dayanak) olmuştur. (Afet İnan, Medeni Bilgiler S. 30)
Şimdi de buyrun kitabın “Millet” bölümüne bir bakalım: “Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu...
Türk Milleti birçok asırlar bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü…”
“… din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti… Artık Türk, cenneti değil, son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk milletinde bıraktığı (kötü) hatıra…”
“Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular…”
“Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.”
Bu işler “laikçi” türden bir “laiklik adına” yapıldı, bu kitaplar aynı türden “laiklik adına” yazıldı.
O günler, “Gazetelerin son günlerdeki neşriyatı arasında dinden bahis bâzı yazı, mütalâa, îmâ ve temsillere rastlanmaktadır. Bundan sonra din mevzuu üzerinde gerek tarihî, gerek temsilî ve gerek mütalâa kabilinden olan her türlü makale, bend, fıkra ve tefrikaların (dizi yazıların) neşrinden (yayınlanmasından) tevakki edilmesi (vaz geçilmesi) ve başlanmış bu gibi tefrikaların en çok on gün zarfında nihayetlendirilmesi...” (Başvekâlet, Matbuat Umum Müdürlüğü îç Matbuat Dairesi’nin “653 sayı ve 17 Mayıs 1942 tarih”li müzekkeresi) şeklinde emirlerin gazetelere gönderildiği günlerdi…
“Ne örümcek, ne yosun/ Ne mu’cize, ne füsun,
Kâbe Arab’ın olsun/ Bize Çankaya yeter!” karalamaların ödüllendirildiği günlerdi…
“Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz,
Yeni din ezanları, minareler yerine,
Bulutlara püsküren bacalarda okunsun!” denilerek, bacanın “minare”, dumanın “ezan” yerine konduğu günlerdi.
Ama o günler geldi geçti. İnananlara geçmiş olsun, inanmayanlara duyurulur!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.