Sevinçliyiz, evet!

Sevinçliyiz, evet!

Kürtçe'nin sokaklarda bile yasak olduğu günlerden devlet televizyonunun 24 saat Kürtçe yayın yaptığı –ve Başbakan'ın bu yayınlar için Kürtçe hayırlı olsun dediği- günlere gelmişiz…

Siyasetten birazcık anlayan herkes, Kürtçe ve genel olarak Kürtlük üzerindeki bütün baskıların kalkacağı bir sürece girdiğimizi –hatta o sürecin tam ortasında olduğumuzu- kabul edecektir.

Demokratik Toplum Partisi Milletvekili Aysel Tuğluk'un hapis cezasına çarptırılmasından da anlaşılacağı üzere 'eski sistem'in izleri tamamen silinmiş değil; ama PKK'yı doğuran şartların büyük ölçüde aşıldığı ve Türkiye'nin artık o günlerdeki Türkiye olmadığı aşikâr.

TRT Şeş, güzelleşen günleri ifade ediyor ve daha güzel günleri müjdeliyor.

Gelin görün ki, Kürtlerin hakkı-hukuku için mücadele ettiklerini ileri süren bazı siyasetçiler ve aydınlar, TRT Şeş'i bir kazanım olarak görüp sevinmeleri beklenirken, onu üzüntü ve hatta öfke ile karşıladılar.

Eleştirilerde bulunmaları, bazı çekincelerini dile getirmeleri tabiidir; ama bunu yapmadan önce, "nereden nereye" deyip, bir sevinç işareti göstermeleri gerekmez miydi?

Tabii olan, insani olan bu değil midir?

O siyasetçilerin ve aydınların davaları gerçekten "Kürt kimliğini inkâr siyasetine son verdirmek" ve "Kürtçe'yi özgürlüğe kavuşturmak" ise, bu yolda önemli bir kilometre taşı olan TRT Şeş'ten niçin rahatsız oluyorlar?

"Bu bizim mücadelemizin bir meyvesidir, kutlu olsun" deseler, karizmaları mı çizilir?

Daha alınacak çok yol olsa da, alınmış olan yola sevinmekte ne sakınca olabilir ki?

Kendilerine ve Kürtlere bu mutluluğu niçin çok görüyorlar?

Aynı soruları hükümetin Alevi açılımını dehşetle karşılayan bazı Alevi kuruluşlarına da sormak lazım.

On yıllar boyunca –haklı olarak- "Devlet Alevileri muhatap alsın" diye çırpındılar, ama şimdi devletin kendilerini muhatap almasından duydukları rahatsızlığı haykırıyorlar.

Cem evlerinin 'resmi statü' kazanmaya başlaması ve Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı'nda temsil edilmeleri için gerekli vasatın oluşması onları çileden çıkardı.

Başbakan'ın, Cumhurbaşkanı'nın Alevilere iltifat etmesi ve 'bütün sorunları masaya yatırıp bir bir çözelim' demesi tarihî bir gelişme değil mi?

"Biz Alevi toplumunu temsil ediyoruz" diyen bir zevatın bu gelişmeye sevinmek yerine üzülmesi nasıl izah edilebilir?

Yoksa bu zevat çözümsüzlükten mi besleniyor?

Gerçekten çözüm istiyorlarsa, çözüm yolunda atılan adımlara niçin sevinmiyorlar?

Kendilerine ve Alevilere bu sevinci niçin çok görüyorlar?

Başbakan Erdoğan'ın Davos'da yazdığı destana bir türlü sevinemeyen bir kısım İslamcının halet-i ruhiyesini de çözemiyorum.

'Filistin halkının seçtiği HAMAS'a herkes saygı duyacak!' diye gürleyen ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'i bütün dünyanın gözü önünde rezil rüsva eden Başbakan'a bir "Allah razı olsun" diyemediler.

Şöyle ağız tadıyla bir sevinemediler, şükredemediler.

"Ama Erdoğan geçmişte şöyle şöyle yapmıştı, gelecekte de şöyle şöyle yapacaktır" diyerek, İslam dünyasının sevincine Fransız kaldılar.

Türkiye, Filistin, Suriye, Ürdün, Mısır, Suudi Arabistan, İran, Pakistan, Endonezya, Libya, Tunus, Cezayir vs, vs, vs halkları bayram etti, hâla da bayram ediyor, ama onlar oturup somurtuyorlar.

Somurtuyorlar, çünkü Erdoğan'a muhalefetleri basiretlerini ve ferasetlerini bağlamış.

Davos'tan esen müthiş rüzgârın Türkiye ile İslam dünyası –bilhassa Arap dünyası- arasındaki psikolojik duvarları yıkıp geçtiğini bile göremiyor, buna bile sevinemiyorlar.

Erdoğan ve Türkiye'yi kutlayan herkes salak (!), bir tek onlar akıllı (!).

Sanki Araplar yahut Pakistanlılar Türkiye'nin İsrail'le anlaşmalarını bilmiyorlar, bu anlaşmaların daha bir süre yürürlükte kalacağını tahmin etmiyorlar!

Herkes her şeyin farkında…. ve o bir avuç 'müzmin mutsuz azınlık' hariç, herkes, her şeye rağmen, bu güzel anın tadını çıkarıyor.

Sevgili müzmin mutsuz kardeşlerim; elinizden gelse Fizan'a kadar gidip Ümmet-i Muhammed'e "Tayyip Erdoğan'ın gerçek yüzü"nü anlatacak ve bu mutluluk tablosunu bir güzel bozacaksınız, değil mi?

Tayyip Erdoğan'ın burada sadece bir vesile olduğunu, vesile olunan şeyin sizi de sevindirmesi gerektiğini idrak edemiyorsunuz, değil mi?

Tunus çarşısında "Türkler gelmiş" diye sevinç çığlıkları atarak etrafımızı saran insanların yüzlerinde açan güllerin mana ve ehemmiyetini size anlatamam, değil mi?

Ne dersem diyeyim, İslam dünyasının sevincini paylaşmaya ve bu sevincin ifade ettiği 'sınır tanımayan birlik şuuru' için şükretmeye zinhar yanaşmayacaksınız, değil mi?

Oturun, somurtmaya devam edin.

Devletin Kürt açılımlarına bir türlü sevinemeyen o bir kısım Kürt aydını ve devletin Alevi açılımlarına bir türlü sevinemeyen o bir kısım Alevi aydını da somurtmaya devam etsin.

Tarih akıyor, zaman değişiyor…

Bu 'anakronik somurtmalar', devletin bütün halk kesimleriyle barıştığı ve içerideki fitne potansiyellerini ortadan kaldırarak müthiş bir özgüvenle uzak ufuklara açıldığı yepyeni bir Türkiye'yi müjdeleyen –veya öyle bir Türkiye'nin mümkün olduğunu gösteren- olağanüstü güzel gelişmeler karşısındaki sevincimizi gölgeleyemez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi