Hafiften bir dertleşme
Bir yazımın altına “Hacı” rumuzuyla not düşen sevgili okurum, “Sizi eleştirebilir miyim?” dedikten sonra, şöyle eleştiriyor:
“Sayın hocam, tarihe ilişkin olarak size sorulan sorular var. Bunlardan bazılarını kısaca cevaplandırıyor, bazılarına daha sonra uzun bir cevap vereceğinizi belirtiyorsunuz. Ancak sonrası gelmiyor. Sanırım unutuyorsunuz. Unutmasanız daha mutlu olacağız. Mesela benim sorumun cevabını Vakit’teki köşenizde hâlâ göremedim. Oysa gerçekten ihtiyacım vardı. Çünkü tarihi doğru öğrenmek istiyorum. Bunu öğrenebileceğimiz nadir insanlardan biri de sizsiniz. Ne olur bizi ihmal etmeyin. Sözlerimi iltifat olarak da almayın. Böyle hissediyorum. Saygılarımı sunarım.”
Benden de sevgiler “Hacı”… İltifatlarına ise toptan bir “estağfurullah!”
Aslına bakarsanız şu “soru-cevap” konusunda ben de biraz dertleşme ihtiyacındayım…
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, “nezaket” “insaf”, “vicdan” ölçeğinde yapılacak her türlü eleştiriye sadece teşekkür ederim.
Çünkü yapıcı tenkit, insanı olgunlaştırır, “kemal”e erdirir. Yalnız “tenkit” ile “tezyif”i (lütfen sözlüğe bakın) çok iyi ayırmak gerekiyor.
Bu girişten sonra artık sualine dobra dobra cevap verebilirim sevgili “Hacı”...
Evvela şunu söylemeliyim ki, sorulan her sorunun cevabını bilmiyorum…
Cevabını bildiğim bazı soruların yolu yakın tarihin “alaca karanlık kuşağı”na denk geldiği, o kuşak ise mayın tarlasından beter olduğu için suskun geçiştiriyorum…
Söylemek istediklerimi özgürce söyleyemedikten sonra, susmak konuşmaktan daha “evlâ”dır.
Bazılarına ise defalarca cevap verdiğimden artık cevap verme gereği duymuyorum…
Bunlardan başka…
Sanırım yazarlarımız arasında en çok mektup alanlardan biriyim. Her türlü postadan her gün ikiyüz civarında mektup geliyor. Bunlardan en az on tanesinde soru oluyor…
Hepsine tek tek cevap vermeye kalksam, kendi söyleyeceklerimi söyleyemem…
Varsayalım ki, ben buna vakit buldum, hepsini her gün cevaplandırmaya başladım; o zaman da yayınlayacak yer bulamam. Çünkü en az on ayrı köşeye ihtiyacım olur!
Kaldı ki başka işlerim de var…
Mesela arkadaşlarla birlikte “Moral Dünyası” isimli bir dergi çıkarıyoruz ve ben bu derginin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlenmiş bulunuyorum…
Moral FM’de hafta içi her gün “Hayatın Yorumu” başlıklı yorumlar yapıyorum…
Ayrıca Pazartesi günleri güncel olaylara, Çarşamba günleri ise tarihe ilişkin programların sürekli konuğuyum. Bunlara ilaveten, Net Tv.’de bir yıla yakındır sürdürmeye çalıştığım tarih programım var. (Pazar günleri saat 20.10’da yayınlanıyor.)
Bütün bunlara kitap çalışmalarımı, araştırmalarımı, edebi ve tarihi etkinliklerde görev üstlenmelerimi, çeşitli konularda konferans vermek için çıktığım yurtiçi ve yurtdışı seyahatleri de ekleyebilirsiniz.
Bitmedi…
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde oluşturulan “Yayın Kurulu”nda kurul üyesiyim, Çevre Bakanlığı’nın açtığı “Çanakkale Savaşları Sunum Merkezi Mimari Proje ve Temaşa Sistemleri Fikir Projesi Yarışması”nda “üst jüri” üyeliği yapıyorum. (Bunlar ücretsiz görevlerdir.)
Bir de ailem var…
Yani hem eş, hem baba, hem dedeyim…
Bu arada bir sürü farklı talebe cevap bulmak için de çırpınmak mevkiindeyim.
Bu kadar yoğun çalışan biri, elbette bazı işlevlerini aksatır. Diyeceksiniz ki, “Siz de görevlerinizi biraz azaltın, yaptığınız işi de doğru düzgün yapın.”
Elbette haklısınız. Hem de yerden göğe kadar. İhmalin ya da yanlışın mazereti olmaz. Bunu bildiğim için kaç kez bazı işleri bırakmayı denedim. Yazık ki, tüm teşebbüslerim akim kaldı…
Milli Eğitim’deki görevi bırakmak istediğimde, “Abuk sabuk kitaplar çıkarsa, günahı boynuna” dediler, kala kaldım…
Çevre Bakanlığı’ndaki işi bırakmak istediğimde de aşağı yukarı aynı yaklaşımla karşılaştım…
Yaptığım her şey benim için son derece önemli ve son derece gerekli. Aralarında öncelik seçimi dahi yapamıyorum. Bu yüzden, hepsinin üstesinden gelmek için parçalanıp duruyorum.
Üzerimdeki bazı yükleri yüklenecek değerler yetiştirmek için gösterdiğim çabalar ise sonuçsuz kaldı. İyi eğitim almış, birkaç lisan bilen gençlerimiz yazı-çizi işlerinden çok makam-mevkie talip oluyorlar. Çünkü yazmak büyük bir çile. Fikir ağır bir yük! Üstelik insanın fikirlerinden ötürü cezalandırılması ihtimali bile var. Böyle bir işi kim ne yapsın?
Öte yandan paralı hayat her şeyin önüne geçti. Gençlerimizin büyük çoğunluğu, kolay şöhret ve servet peşinde… Kimse yıllar yılı sürecek bir “yazı çıraklığı”nı ya da “fikir çilesi”ni göze alamıyor. Bunu göze alanların ise ya yetenekleri ya da eğitimleri yetersiz kalıyor.
Son söz: Sorularınız sırada. Sırası gelen, ama uzun ama kısa, bir şekilde cevaplandırılıyor.
Unutmayın: Okuyucusuna en fazla yer veren yazar, hâlâ benim.
Hepinize selamlar, saygılar ve dualar.
Siz de lütfen fakiri dualarınıza alın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.