Gönlüm Ne İstiyor?
Bir virüs gibi damarlarımızda dolaşan ırkçılık ve asabiyet duygusu, çoktandır İslam dünyasındaki kardeşleri birbirine karşı kırgın, küskün, umursamaz, hatta biraz daha ötede istenmeyen kardeşler haline getirmişti.
Kaynağı batı olan bu hastalık, değişik coğrafyada aynı tezahürleri ortaya koyuyordu koymasına da, ifade başka başka oluyordu. Akıl tutulması yaşıyorduk yer yer.
Mesela bu ülkede yaşayan bizler, “Türkçülük” veya “Kürtçülük” adına “Arapları” sevmezken, “Arapçılar” da bizi sevmezlerdi aynı hastalık sebebiyle.
Biz, bir Arabın Ebu Cehil”e “saf kan Araptır” diye hakaret ettirmemesini saçma bulurken, İslam dünyasını yakmış ve yıkmış bir Cengiz’in resmini “Türktür” diye asmaktan gurur duyardık…
Bu beni korkuturdu. Aramızda yaşayan ırkçıların bağnazlıklarına bakar da, ümmet birliği adına üzülürdüm. Halka bakar ve onlarda bu hastalığı görmeyince de sevinirdim.
Hastalık, ülkelerin eğitim kurumlarından geçmiş ve resmi ideolojilerle yetişmiş kafalardaydı daha çok. İlişkileri de onlar götürdüğüne göre, bu işlerden kaygı çekerdim doğrusu.
Ama bu günlerde harika şeyler oluyor. Ak Parti iktidarı çevremizdeki İslam Ülkeleri ile iyi ilişkiler kuruyor ve idareciler arasındaki ilişkileri, tıpkı halklar arasındaki gibi sevgi ve dostluğa çekiyordu. Karşılıklı “düşmanca” kaygılar gidiyor, yerini sıcak ilişkiler alıyordu. Bu ise gerek din ve gerekse dünya açısından çok faydalıydı.
Hele şu Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Davos çıkışından sonra Arap dünyasının ayağa kalkmasını ve Türkiye adına bayraklarımızla beraber nümayişler yapmasını sevinç ve coşkuyla sizler de izliyorsunuzdur.
Haber spikerleri, gazeteciler, iş adamları, gezginler neler anlatıyor neler!
İşte bir örnek: “Binlerce Türk ve Suudi bayraklarıyla donatılmış caddelerden geçmek güzel bir duygu. Riyad caddeleri bayram havasını yansıtıyor.
Gazeteci arkadaşlarımız, kebapçıda, Starbucks’ta paraların Tayyip Erdoğan tarafından ödendiğini duyunca keyifleri tavana vuruyor. Şu sıralar İslam dünyasını bir Türk olarak dolaşacaksın arkadaş. Türk Büyükelçiliği’nin verdiği resepsiyonda bir işadamımız, “Bugünlerde her şey değişti, diyor. Türk olarak hiç olmadığı kadar itibar görüyoruz.”
Bu ortamda bir Suudi gazetesi Başbakan Erdoğan’ı “Halife ilan etme”ye kadar vardırmış işi… Kimileri İran’a karşı Amerika ya da Suudiler’in Türkiye’ye rol vermesinden söz ediyor. İşin şakası bir yana, İslam coğrafyasında Türkiye’nin önünde bir alan açıldı, ama bunu yönetmek için akıl her şeyden öne geçti.” (Ahmet Taşgetiren, Bugün, 07.02.2009)
Demek ırkçılık öyle derinlerde değilmiş hamdolsun. Demek Müslümanlar birbirlerini sevmeye hasretmiş. Demek, içimizde birileri, “Araplar bizi arkadan vurdu” diye düşmanlık ekerken, Araplardan da “Türkler bizi asırlardır sömürdü” derlerken, köksüzlermiş, gelip geçici türedilermiş…
Oysa ne Araplar bizi arkadan vurmuştu, ne de Türkler Arapları sömürmüştü. Nesini sömürecekti ki zaten? Kumlarını mı? Malum, o zamanlar daha petrol falan da yoktu.
Bizi arkadan vuran Araplara gelince, onlar üç buçuk eşkıya ve çapulcu idi. Bizim dağlarda da eşkıya vardı o zamanlar ve askerimizi arkadan vuruyordu, şimdi “Türkler askeri arkadan vurdu” mu oluyor bu? Elbette hayır!
Mesele bu kadar basit!
Neyse, şimdi sadede gelelim, gönlüm ne istiyor biliyor musunuz?
Araplara mukabele-i bilmisil yapmak!
Yani bir Arap lideri çıksın, Amerika veya İsrail’e karşı bizi sokaklara dökecek bir yiğitlik yapsın, biz de onların bayraklarıyla sokaklara fırlayarak İslam kardeşliğini haykıralım…
İnşallah!