Asıl Davamızı Unutmayalım
Bizim asıl davamız, kendimizi ve tüm insanları Allah Teâlâ’ya davet etmektir.
Yani O’nun biz insanlar gönderdiği, kabul görür de yaşanırsa bütün bir kâinatın rahata, huzura, refah ve mutluluğu erdiği dini, yani İslam’ı bilip yaşamakla, bildirip yaşatmakla.
İşte bizim asıl davamız budur. Bunu da yer yer davet ve tebliğ diye ifade ediyoruz.
* * *
Müslümanlar "İnsanlık için çıkarılmış hayırlı bir ümmettirler”. Hayırlı oluşları Allah’a iman ve teslimiyetleri kadar, başkalarını da İslam’a davet etmelerine bağlıdır.
Bir Müslüman bilir ki sadece kendisinin inanması ve inandığı gibi yaşaması yetmiyor hüsrandan kurtulması için. Başka insanları da İslam’a davet etmesi, onlara hakkı tavsiye etmesi, hatta bu uğurda gelecek olan her türlü eziyet ve işkencelere sabırla katlanarak direnmesi ve direnmeyi tavsiye etmesi de gerekiyor.
* * *
Ümmet, bu görevi yerine getirmek için özel davetçiler, kadim ifademizle "mürşidler" yetiştirmek borcundadır. Eğer bu kadro yetişmiyorsa, özellikle de günümüzde olduğu gibi İslam düşmanları insan, ilim, fîkir, teknik, servet, kadın, sanat, medya gibi bütün güçlerini bir devlet organizesi ve bir ordu disiplin ve kararlılığıyla İslam’ı yok etmek için seferber etmişlerse, o dünyada yaşamak mümkün değildir. Yerin altı üstünden daha hayırlıdır.
Bu davaya sımsıkı sarılmak bizim için her zamandan daha mühim olmuştur. Çünkü bu zamanda maalesef Müslümanlar gerçek devletini, hilafetini, şeriatını, ümmetini, ülkesini kaybetmiştir. Bu yüzden büyük zaaflara düşmüş, birlik ve dirliğini kaybetmiş, bölünüp parçalanmış, gücünü kaybetmiştir.
Öyleyse elbirliği ederek bir bütün halinde İslam için çalışmak, emr-i bil maruf, nehy-i anil münker yapmak, tebliğ, davet, irşat ve nasihat faaliyetlerinde bulunmak, bunun için gerekli olan her şeyi yapmak mecburiyetindedirler.
Herkesin yapabileceği farklı olabilir; kimi az, kimi çok, kimi bizzat, kimi dolaylı yardım ve destek verebilir. Nasıl olursa olsun, önemli değildir. Önemli olan, üstüne düşeni mutlaka yapmak mecburiyetinde oluşlarının bilincinde olmaları ve yapmalarıdır.
Kuşkusuz bu mecburiyet, yeryüzüne saadet ve selamet getirecektir. Huzur ve refah getirecektir. Davetçiler, hidayetine vesile oldukları insanların hayır ve sevaplarına da nail oldukları için, ahiretteki mutlulukları katlanacaktır. Böyle bereketli bir yanı da vardır bu mesuliyetin. Çünkü sebep olan, yapan gibidir.
Seçimlerin yaklaştığı bugünlerde çevreme bakıyorum, bazı davet ve tebliğ görevinde bizzat olacak kardeşlerim de kendilerini siyasete yoğun biçimde kaptırmış bulunuyorlar.
Aman dikkat, bir durup derin nefes alalım ve ne yaptığımıza dikkat edelim. Bizim yapacağımız en büyük siyaset, dinlerini öğretip tavsiye ederek kullarını Allah Teâlâ’ya sevdirmektir. Bundan mühim iş olamaz.
Aman dikkat deyişimiz, teferruatın aslı boğmasına izin vermeme hassasiyetimizdir. Ehemmi mühime tercih ilkemizdir.