Devrimin gölgesinde 30 yıl
İran devrimi, içeride ve dışarıda yapılan bazı etkinliklerle birlikte 30. yılını kutladı. Gerçekten de ilk on yılında savaşlarla karşılaşan ve ikinci on yılında yaralarını sarmaya çalışan ve Yenilikçiler ile Reformlar eşliğinde ikinci dönemde parlaklığını kaybeden İran, son 7 yıl içinde veya Bush döneminde birçok hamle ile birlikte yeni mevziler kazandı. Bunun temel sebebi, ABD'nin, Afganistan ve Irak'ı işgal etmiş olmasıdır. Irak'taki siyaset ve iktidar boşluğunu ABD ile İran doldurmuştur. Irak iki ülke nüfuzu arasında adeta çekim alanına dönmüştür. Amerikalılar belki doğrudan İran'ın Irak üzerinde güçlenmesini istememiş olabilirler. Lâkin hedeflerini gerçekleştirmek için dolaylı da olsa İran'la işbirliğine mecburlardı. Onlar da bu yolu seçtiler. 2006 yılında Hizbullah'ın İsrail'i geriletmesi de İran'ın yelkenlerini şişirdi ve bölgedeki nüfuzunu artırdı. Gazze'ye kadar böyle devam etti ama Gazze saldırılarıyla birlikte İran geri plana düşerken, Türkiye'nin yıldızı parlamaya başladı. Bu planlı bir biçimde gerçekleşmedi ama Türkiye neticede ön plana çıktı. Bu ortamda şimdi İran devrimi 30. yılında başarıları ve başarısızlıklarıyla birlikte değerlendiriliyor. Yine 30 yıllık soru da ortada. Yaşar Kaplan'ın sorusu hâlâ cevap bekliyor: İran'a nasıl bakmalı? Geçtiğimiz günlerde bu soru İslâm aleminde yeniden yankılandı. Cephetü Ulema'il Ezher (Ezher Alimler Cephesi) İran devriminin kutlamalarına iştirak etmenin doğru olmadığını savundu. Buna mukabil, Mısır Müftüsü Ali Cum'a zamanla İran'ın akide ve doktrin konusunda kendisini geliştirdiğini ve yenilediğini ileri sürdü. Bunun üzerine İslâmî araştırmacı Fethi Osman adına avukat Mithat Şaban Zeki, Şii mezhebine sempati beslediği ve şirin gösterdiği gerekçesiyle Müftü'nün azledilmesi için adli merciler nezdinde girişim başlattı. Mısır'da dinî alanda büyük bir kumkuma var. Daha önce de İhvan mensubu bazı vekiller Şimon Peres'le New York'ta tokalaştı diye Ezher Şeyhi Tantavi'nin de azlini istemişlerdi. Bu işin elbetteki dinî veya kültürel kısmı.
•
Devrimin 30. yılına bazı ilginç gelişmeler damgasını vurdu. Söz gelimi, El Cezire'nin Pakistan bürosunun elemanlarından olan Ahmet Muvaffak Zeydan, elektronik yayın yapan el Misruyyen gazetesinde ‘Hindistan-İran ve ABD ekseni’ başlıklı bir yazı kaleme aldı ve bu yazıda Afganistan'ın İran üzerinden açılacak bir yolla Hindistan'a bağlanacağına temas etti. Kırgizistan gibi ülkelerin Amerikan askeri üslerini Rusya'nın tazyikiyle kapatmasından sonra gelecekte bu yolun ABD'nin İran'la ilişkilerini geliştirmesi halinde askerleri için alternatif ikmal yolu olabileceğini yazdı. Bu olmazsa bile Hindistan bu yolla Karzai hükümetini rahatlatabilir. Dolayısıyla bu yolla birlikte Pakistan tamamen tecrit edilmiş ve bölgesinde yalnızlaştırılmış olacaktır. Hindistan, Afganistan üzerinden Pakistan'ı tamamen kuşatma altına almış olacaktır. 1971 yılında Bangladeş'in kaybından sonra Pakistan özellikle 11 Eylül'den itibaren Afganistan'ı da kaybetme yoluna girmiştir. İran üzerinden geçecek Afganistan-Hindistan yoluyla birlikte bu iyice pekişmiş olacaktır. Bu yol projesini Günün Konuşması adlı programda Hindistan Dışişleri Bakanı Pranab Mukherjee, El Cezire Spikeri Leyla Şeyhli'ye doğrulamış ve teyit etmiştir (Bak: El Cezire, 6/2/2009). Hindistan Dışişleri Bakanı, Leyla Şeyhli'ye bu yolun yaklaşık 220 km.'lik bir yol olacağını da ifade etmiştir.
•
Afganistan'dan Körfez'e intikal ettiğimizde devrimin 30. yılında yine Körfez-İran ilişkilerine gerginlik damgasını vurdu. Bundan yaklaşık 2 yıl önce İran Dinî Rehberi Ali Hamaney'in Danışmanı ve Keyhan Gazetesinin Yayın Yönetmeni Hüseyin Şeriatmedari, Bahreyn'in İran toprağı olduğunu ileri sürmüştü. Geçtiğimiz günlerde yine aynı şekilde Hatemi karşısında başkanlık seçimlerini kaybeden Meclis eski Başkanı ve El'an Ali Hamaney'in danışmanlarından olan Natık Nuri de, Hüseyin Şeriatmedari gibi Bahreyn'in İran'ın 14. vilayeti olduğunu ve yeniden anavatana dönmesi gerektiğini söyledi. Bahreyn yönetimi ve Arap Birliği Teşkilatı Genel Sekreteri Amr Musa, bu açıklamalara tepki göstermekte gecikmedi ve bu iddiaların, daha önce Saddam Hüseyin’in Kuveyt'in Irak'ın 19. vilayeti olduğu iddialarına benzediğini söyledi. Dolayısıyla İran güçlendikçe bölgedeki ülkelerle ve komşularıyla ilişkileri kötüleşiyor, onları ürkütüyor. Aynı şeyler Birleşik Arap Emirlikleri için de geçerli. İki ülke arasında üç adanın hükümranlığı noktasında ihtilaf var. BAE adalarının İran tarafından işgal edildiğini ileri sürürken, İran ise aksine adaların kendisine ait olduğunu savunmakla kalmıyor; ötesine geçerek BAE topraklarının da esasında kendisine ait topraklar olduğunu iddia ediyor. İran Milli Güvenlik Konseyi üyelerinden ve aynı zamanda İran milletvekili olan İvad Haydar Pur, adalarla birlikte BAE'nin de icabında kendi toprakları oluğunu ileri sürüyor. (Abdullah Bişare, Akmaru İran ve ahlamuha: Al Vatan el Kuveytiyye, 16/02/2009). Devrimin 30. yılında Afganistan'dan Körfez'e böyle bir gergef var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.