Bu nasıl devlet tanıma?..
Yaklaşık bir sene evvel not almışım ajandama: "..2008 yılında kurulması plânlanan Filistin devletinin, sembolik ve mâli temelleri, Fransa'nın Başkenti olan Paris'de atıldı. Buradaki Filistin bağışçılar kongresinde ilk kez uluslararası düzeyde Filistin devletinin ismi resmi olarak kullanıldı. (2007 / Aralık)." Notum devam ediyor: "Ali Babacan söz konusu toplantıya katılarak, 2008'de kurulması plânlanan Filistin devletinin idâri ve iktisadî açıdan kendi ayakları üstünde durmasının önem taşıdığı kanaatini belirtti." Kasım / 2007'de bir konuşmasında Babacan, "Ortadoğu'da barış umutları (ümidleri değil) artıyor.." diyordu. "Elle tutulur sonuçlar bekliyoruz.." demekteydi. Ancak görülen; her geçen gün Filistin Müslüman ahalisinin bir soykırıma tâbi tutulması... TBMM'nin kürsüsünde İsrail'in eli kanlı yönetiminin başkasabı, şimdiki adı gasp devletinin çetebaşısı dense seza olan Şimon Peres'i konuşturduklarında, iktidar milletvekillerinin ayakta alkışladıkları... "Filistin Müslümanlarının hangi problemlerine çâre ve çözüm getirebileceği hususunda müsbet bir kanaat sahibi olamıyorum" demişim. Bizim Dışişleri Bakanımız Sayın Ali Babacan; "Yıllardır tanımakta olduğumuz ve bundan da iftihar ettiğimiz Filistin devleti, yıkılıp gitti mi ki; burada kurulması kararlaştırılmış ve kuruluş için bağış toplanması gerçekleştiriliyor" demek suretiyle yukarıya aldığımız kanaatleri belirtmiş. Elbette Filistin devletinin; daha bağımsız ve her çeşit saldırıdan münezzeh olması isteğimizdir. Ancak o halde olmanın şartlarından biri de istersen sulh-u sâlah hazrol cenge darbı meselesini hiç kimse, hiçbir millet ve devlet kulak arkası edemez. Ederse, bir saldırı karşısında kaldığında, kendini savunacak güce ihtiyacını anlar amma, idrakte geç kaldığından ne kendisine saldırıyı önleyebilir, ne de falanca beni korur beklentisi gerçekleşmez.
Nitekim; İsrail ile birçok anlaşmaları olan devletimizin, Gazze'de soykırım uygulayan İsrail'e karşı müessir ifadeler ve tavırlar göstermesi, müdahale etme düşüncesi taşıyamadığından, fiili yardım kâbil olamamıştır. İsrail'in, 100'e yakın ‘işgal ettiğin topraklarından çekil’ talimatı gönderen BM'yi takmadığını göz önüne alırsak, soykırıma tâbi tutulan din kardeşlerimize, sağlık ve gıda yardımı yapmaktan başka elimizden bir şey gelemezdi... Nitekim gelmedi de. Doktorlarımızı bile Gazze'ye sokamadığımızı hatırlarsak, Numan Bey'in başta Konya Ovası'ndaki uçak talimleri başta olmak üzere, her şeyi dondurmak gerektiği tavsiyesi yerine getirilmelidir. Elbette ki; İsrailliler; "Bir gün ağaçların ve taşların dile gelip de, benim arkamda bir siyonist saklanıyor, gel onu yok et..." diye Müslüman'a seslendiğini duyduklarında, dolayısıyla yapacak bir şey kalmadığını gördüklerinde, o zaman kendi yaptıklarıyla yüzleşeceklerdir. Bu da adaletin tecellisi olacaktır.
15 Kasım 1988'de Cezayir'de "Filistin Bağımsız Devleti"nin ilânı gerçekleştirildi. Demek ki bu ilân, İsrail'in BM'de kabul edilişinden 40 sene sonra vukuu bulmuş. Türkiye; bu İsrail'in BM'ce kabulüne ‘evet’ oyunu BM'de dâimi delegesi olan Büyükelçi Selim Sarper'in eliyle kullanmış, böylece de İsrail'i tanıyan ilk Müslüman devlet olmuştur.
Sultan Abdülhamid-i Sâni'nin, 1895'de Siyonistlere gerekse de, Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Mukaddes topraklar üzerinde bir Yahudi devletinin kurulmasına müsaade etmeyiz..." şeklinde 1937'de verdiği demece aykırı bir tutum benimsediği görülmüştür. Bâzı rivayetlere nazaran, BM dâimi delegemiz Selim Sarper'e, devrin Reisicumhur'u Mustafa İsmet İnönü'nün ‘Evet oyu verme!..’ dediği sözleri konuşulmuşsa da, Sarper'in bu tenbihe aykırı davranış inisiyatifi gösterdiği rivayetleri de esas mı? Yoksa bir dezenformasyon mu olduğu bugüne kadar netleştirilmemiştir. Nitekim; Selim Sarper'in biyografisine göz attığımızda, karşımıza çıkan kişi bir faal insan. Görüldüğü gibi, rivayete nazaran BM'de İsrail lehine oy kullanmaması istendiği hâlde, aksine davranan Sarper'in, İsmet Paşa'yı dinlememesi düşünülemezse de, söz konusu oylama yapılmadan, kısa bir müddet önce Türkiye'nin, şimdi günümüzde olduğu gibi, Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine alınmış olması hatırlanırsa, İsrail'e lâzım gelen ‘1 oy’ olarak düşünülmüş Türkiye reyini elde etme tezgâhı olarak mütalâa olunabilir mi? Sorusu akla getirilebilir. Bir anı ile emsal düşürmüş olalım.
Adalet eski Bakanı İsmail Müftüoğlu beyan buyurdular ki; "Erbakan Hocamızın büyük gayret ve isabet dolu teşebbüsleriyle, hükümet buhranı doğduğu sırada başarıyla yürüttüğü temaslar sonunda, MSP, AP, MGP ve MHP'nin oluşturacağı hükümet teşkili, Bakanlıkların partilere dağıtımı da tamamlanmış, isimler müzakere edilirken, biz MSP'liler, İhsan Sabri Çağlayangil'in Dışişleri Bakanlığı'na getirilmesine kararlı bir biçimde muteriz olduk. Bu itirazı yaptığımızda, Süleyman Demirel, ‘Eğer İhsan Sabri Bey olmazsa, o kabine vücud bulmaz..’ demek suretiyle en ciddi bir tavırla başını çevirdi. Tabiî o kabine kuruldu ve Çağlayangil merhum Dışişleri'ne kuud etti."
-
İKİ MÜHİM ESER
Çok sevdiğim iki muhterem zâttan adımızı zikrederek teşekkürlerini lütfettikleri ve imzaladıları birer kitaplarını alma şerefine nâil oldum. Bunların ilki "Bilinmeyen Yönleriyle Kıbrıs Barış Harekâtı ve Perde Arkası" adlı Muhterem Adalet eski Bakanı İsmail Müftüoğlu Beyefendi'nin kaleme aldığı çalışma, 334 sahifedir.
Milli Görüş'çü ve Cenevre Barış Konferansı'na hükümetin MSP kanadının temsilcisi sıfatı olarak delegasyonda yer alan Avukat ve Sakarya Milletvekili Sayın Müftüoğlu'nun, milletimizce unutulmaması gereken bu diplomasi muharebesinde, Sayın Ecevit'in, ABD Dışişleri Bakanı ve Siyonist dünyanın duayenlerinden Henry Kissenger'in talimatlarını alarak, bu talimatları ulaştırdığı Türkiye Cumhuriyeti'nin 37. Hükümeti'nin Dışişleri Bakanı Merhum Prof. Dr. Turan Güneş'e, tâbir câizse hafakanlar basmasına sebep olan talimatların en sonunda, Merhum Güneş'in, İngiliz Dışişleri Bakanı Callaghan'ın: "Biz sizi Bakan biliyorduk! Ancak siz telefon ahizesiymişsiniz!" şeklinde hitapta bulunması, Sayın Güneş'in cinlerinin tepesine çıkmasına sebep olur. Müzakere odasını terk eder ve teleksin başına oturup, CHP temsilcisi Hâluk Ulman ile İsmail Müftüoğlu Beyleri yanlarına dâvet edip, mâruz kaldığı hitabı nakleder. Buna inzimamen istifasını telekse dökmeye başlar. Yazar, eserin 209. sayfasında o anı şöyle anlatıyor: ".. ‘Ben bu işe müdahale ettim. Güneş istifaya kararlı, ben de onu istifadan vazgeçirmeye kararlıydım. Silahı masaya koyarak, Güneş'e hitaben biz buraya 25 kişi gelmiş bulunuyoruz ve Türkiye'yi temsil ediyoruz. Siz CHP'nin Bakanı değil, Türk milletinin Dışişleri Bakanısınız. İstifanızda kararlı ve ısrarlı olursanız, korkarım ki sizi öldürmeye mecbur kalırım. O zaman da geriye 25 kişi değil, 23 kişi kalır. Siz ölürsünüz, ben de cezaevine girerim. Sizi üzen millet değil, Ecevit'tir. Siz Türk milletini temsil ediyorsunuz.’ dedim. Ciddiyetimin farkına varan Güneş, sapsarı kesilmiş ve biraz düşündükten ve yüzüme dikkatle baktıktan sonra istifasından vazgeçmiştir. Böylece rahat bir nefes aldık." diye beyan buyurmaktadır.
Kitabı edinme için telefon numarası: (0212) 511 28 11- 0212 511 29 23
Diğer kitaba gelince: "Efendilikten Köleliğe Avrupa'da Milli Görüş Hareketi - 1" Hasan Damar Beyefendi'nin kıvrak kalemiyle yazılmış: ".. ‘Kanal6'nın ekibi, biz gelmeden girmeyin diye telefonla rica etmişlerdi. Müslim Gündüz telefon açmaz mı... Abi soyundum, dökündüm, donuyorum. Ya bir an önce gelin, yahut yanımdakine söyle, soyunmuşken beni ısıtsın’ demez mi.. Neyse biz gazeteciler hepimiz hazır olduk, operasyonu başarıyla tamamladık. (sy. 72)" Bediüzzaman'ın yaşlı talebeleri, Nur talebelerinin böyle giyindiği görülmemiştir diye bir bilgiyi topluma sunsalardı, belki tezgâh âdemi muvaffakiyete uğrardı. Edinme telefonu: (0212) 564 77 61
Fiemanillah.
NOT: Muhterem Ekrem Şama, Alaaddin Akyel ve bendeniz, “Kökler ve Dallar” adlı târih programında MPL'deyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.