Çaresiz çırpınışlar faydasız
Hastanede acılar içinde kıvranan insanı ziyaret için giden biri "Sen hastasın, rengin solmuş, seni bu hale getirenler kahrolsun" demenin faydası yok.
Elinizden geliyorsa onun tedavisi için yapılması gerekeni yapın ve dilinizden geliyorsa onu teselli edecek kelimeler söyleyin.
Adamın ayakkabısı delik, elbisesi yamalı, karnı aç, borç altında eziliyorsa ona da durumunun fotoğrafını çekip göstermek veya fotoğraf sergilerinde gösteri yapıp yılın fotoğrafçısı seçilmek iş değil.
Veya briketten yapılmış bir odanın çatısı akarken çatıda uydu anteni taşıyan, duvarlar sıvasızken duvarına ısıtma ve soğutma tesisatı koyduran adamın acıklı durumunu dünyaya göstermek de değil.
Onu o hale getiren cehaletin fotoğrafını çekip yayınlamak ve onun üzerinde boza pişirenlerin karşısına geçip soygunlarına son vermektir.
Milyon dolarlarla oynarken Milletvekilliğine soyunan, toplantılara katılmayan, iş takibi yapan insanlara da yazık gözüyle bakılmalı.
Hatta onun durumu, çatısı akan ve uydu anten kullanan adamın durumundan beter.
Bunların böyle olmasını isteyen, "Sizin aklınıza ihtiyaç yok, parti temsilcisini görecek göze, parmak kaldıracak ele sahip olun yeter" mantığıyla siyaseti yürütenlere nasihatte fayda var.
Yolsuzluğu tespit edip teftiş isteyen yetkili, müfettiş beklerken eline sürgün emri gelince o göreve yeni atanan ne yapsın.
Balık baştan kokarsa kuyruk ne yapsın.
Basınımız her akşam televizyon ekranında bataklığın yakınına dahi yaklaşmadan sinek avına çıkarak reyting yakalamak derdine düşmüş.
Babası tarafından zorla birine satılan kadınların haberleri reytingde birinci geliyormuş.
Sıcakların bastığı, toprakların takla takla yarıldığı, koyunlardan sütlerin çekildiği, pazarlara yiyecek malların gelemediği, fabrikaların kapandığı, işsizler ordusunun bir kısmının kahvehanelere dolduğu bir kısmının ise şehirlerin meydanlarına yürüdüğü, baştaki muhalif ve muvafıkların rüşvet, irtikap, yolsuzluk dosyalarıyla birbirlerine silah yerine dosya çektiği bir dönemde bir genç, televizyon ekranına değil, devlet başkanının karşısına geçer ve şöyle der:
"Yok sendeki ihtişâma pâyân;
Bizlerse alay alay sefîlân!
Bir yanda demek ki fazla var çok;
Hayfâ ki öbür tarafta hiç yok.
Öyleyse biraz tevâzün ister.
Evvel beni dinle, sonra hak ver:
Nerden buldun bu ihtişâmı?
Halkın mı, senin mi, Hâlik'ın mı?
Allâh'ın ise eğer bu servet,
Bizler de onun kuluyken, elbet
Bir pay talebinde hakkımız var...
İnsâf olamaz bu hakkı inkâr.
Halkınsa şu bî-nihâyet emvâl;
Ver, etme hukûk-i gayrı pâmâl.
Yok; böyle de olmayıp da kendi
Mâlin ise -çünkü fazla- şimdi.
Bî-vâyelere tasadduk eyle...
Dördüncüsü varsa haydi söyle!"
Der ve yönetici, delikanlının çok haklı olduğunu ve gerekenin yapılması emrini verdiğini söyler Mehmet Akif, Safahat'ında DİRVAS adlı şiirinde. (Bu olayın kaynağı İbn-i Asakir, tarihü dımışk, 17/226. Bu Dirvas, sahabeden Lahık bin maad'ın oğlunun torunudur. Bak Üsd-ül ğabe ile el isabe fi temyizissahabe LAHIK maddesi)