“Dini ve Namusu Olanlar Kazanamaz!”
YER Ankara, tarih 10 Temmuz 1923... Tren istasyonundaki özel kalem binasında, Cumhuriyet Halk Fırkası (o tarihte partiye fırka deniliyordu) nizamnamesi (tüzüğü) hazırlanıyor. Ülkenin iki meşhur ve büyük Paşası konuşuyor. Bunlardan biri Şark Fatihi Kâzım Karabekir'dir.
Konu bir ara ülkenin kalkınmasına geliyor. Ünlü ve büyük Paşalardan biri Kazım Paşa'ya şu sözleri söylüyor: "Dini ve namusu olanlar kazanamazlar!.. Fakir kalmaya mahkumdurlar. Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız. Partiyi, bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz. Bu suretle kalkınma kolay ve çabuk olur."
Tarihçi İsmet Bozdağ "PAŞALAR KAVGASI" isimli eserinde bu konuşmayı nakl etmiştir.
PKK terörünün gölgesinde yapılan uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile mücadele etmeye hazırlanırken feci şekilde öldürülen Uğur Mumcu da Kazım Karabekir ile ilgili kitabında bu konudan bahsediyor.
Karabekir paşa hatıralarında bu konuyu ele almıştır...
1923'ten bu yana kaç yıl geçti? Seksen altı yıl. Paşa'nın söyledikleri hayata uygulandı mı? Uygulandı.
Türkiye'de beklenen kalkınma oldu mu? Bir miktar oldu ama ülkemiz bir Japonya olamadı, bir Güney Kore olamadı, bir Tayvan veya Singapur olamadı. Toplum yapımız çürüdü, dağılma ve çökme sürecine girdik.
Avrupa'nın kuzeyinde dört ülke vardır: İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya... Türkiye bunlar kadar zengin olamadı, kalkınamadı. Norveç'te, fert başına düşen yıllık gelir payı 50 bin doların üzerindedir. Üstelik o ülke AB üyesi değildir. İki kere referandum yapılmış, halk AB üyeliğini reddetmiştir.
Bazıları, Türkiye'yi kasıp kavuran kokuşmanın, yolsuzlukların, talan ve vurgunların son birkaç on yılda oluştuğunu sanır.
CHP liderleri kendilerinin temiz, karşılarında olanların kirli olduğunu söyler durur.
Hayır!.. Maalesef yolsuzluklar 1923'e kadar dayanmaktadır. Yolsuzlukların anası CHP'dir.
1915 ile 1923 arasında Ermeniler sürülmüştü. Onların malları, evleri, arazileri, dükkanları...
Yunan ordusu bozulunca Anadolu Rumlarının bir kısmı kaçmış veya telef olmuştu. 1924'te Lozan anlaşmasının mübadele maddesi gereğince Anadolu Rumlarının tamamı Yunanistan'a gönderilmişti. Bir buçuk milyona yakın Rum gönderilmiş, yerlerine Yunanistan'dan 400 bin kadar Türk ve Müslüman gelmişti. Rumların evleri, dükkanları, arazileri, atölyeleri, fabrikaları, malları, bağ ve bahçeleri...
İstanbul'un en büyük matbaa tesislerinden biri Mateosyan adlı bir Ermeni'ye aitti. İşgal kuvvetleri 1922'de İstanbul'u terk ederken, işgalcilerle işbirliği yaptığı için bu Ermeni de yurt dışına kaçmış ve kısa bir müddet sonra matbaası, binasıyla birlikte, Karay asıllı olduğu iddia edilen bir CHP kodamanının eline geçmişti.
Sovyetler Birliği'nde Lenin ve Stalin, Türkiye'de CHP oligarşisi dinsizlik yapıyordu. Medreseler kapatılmıştı. Göstermelik olarak onların yerine açılan İlahiyat Fakültesi ve İmam Hatip mektebi de, rağbet yok bahanesiyle kapatılmıştı. Okullardan din ve ahlâk dersleri kaldırılmıştı. Ülke çapında dinsizlik terörü estiriliyordu. Kalkınmak için...
Ünlü ve büyük paşamızın dile getirdiği "Dini ve namusu olanlar kazanamazlar..." ilkesi hayata tatbik ediliyordu.
Öyle bir talan başlamıştı ki, ülkenin bize ait olduğunu gösteren, bir tür tapu senedi mahiyetinde olan tarihî İslâm kabristanları bile düzleniyor, arazilerinin bir kısmı kapanın elinde kalıyordu.
Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Kemal Tahir ve daha nice edip ve romancı bu talan ve soygunu kitaplarında işlemişlerdir.
Gazeteci Arif Oruç, İstanbul'da YARIN gazetesini yayınlıyordu. Mateosyan matbaasını eline geçiren CHP iktidarı yanlısı gazete ile amansız bir polemik ve mücadele yapıyordu. Rejim bu gibi muhalefeti susturmak için sert kanunlar çıkartmış, basın hürriyetini gemlemişti. Arif Oruç canını kurtarmak için komşu Bulgaristan krallığına kaçmış, İstanbul'da harf devriminden sonra Latin yazısıyla yayınladığı YARIN'ı orada Osmanlıca yazıyla çıkartmaya devam etmişti.
Modern Türkiye'nin en büyük derdi, krizi, olumsuz tarafı kokuşma ve yolsuzluklardır. Temizlik ve şeffaflıkta (saydamlıkta) uluslararası notumuz 10 üzerinden 4'tür. Yani ahlâk, fazilet, doğruluk, dürüstlük, temizlik, saydamlık konusunda geçerli not alamıyoruz.
Türkiye'deki bütün olumsuzlukların temelinde bu müzmin kokuşma yatmaktadır.
Kokuşma bütün kötülüklerin anasıdır, sebebidir.
1950 ile 1960 arasındaki Adnan Menderes (Demokrat parti) iktidarı esnasında partizanlık yapılmış, birtakım yolsuzluklar olmuştur ama bunlar hiçbir zaman bugünkülerle kıyas edilebilecek şekilde genel ve yoğun olmamıştır. Menderes iktidardan düşürülüp Yassıada (sözde) Yüce Divanında muhakeme edilmiş ve kendisinin bir kuruş yolsuzluğu bulanamamıştı. Aileden zengin ve varlıklı idi. Dedelerinden, babasından kalma çiftliği vardı.
1945'ten sonra ülkemize çoğulculuk gelmiş, çok partili sistem işletilmişti ama temizlik ve şeffaflık için bu da yetmemişti.
Siyasal İslâm ve İslâmcılar taifesi Türkiye'yi temiz ve şeffaf bir hale getirebildi mi?
Bu sorunun cevabını bendeniz vermeyeyim, okuyanlar versin.
Kokuşma, yolsuzluklar, haram ve kara servetler konusunda Müslüman halkın bir kısmı maalesef şunları söylemektedir:
*Dinsizler şimdiye kadar çok yediler, bundan sonra biraz da Müslümanlar yesin...
*Kötü düzenlerde kötü işler yapmak caizdir.
*Müslümana her şeyin en iyisi layıktır.
Ülkemizde çok büyük bir sosyal adaletsizlik hüküm sürmektedir.
Ülkemiz bir rantlar ülkesi haline gelmiştir.
Ülkemizde 300 milyar dolar miktarında kara, haram, kirli, necis servet birikimi vardır.
Maalesef 1923'te dinsizlik ve namussuzluk adına başlatılan yeme, soyma, götürme, vurma furyasına birtakım İslâmcılar da katılmıştır.
1970'lerde kendini mücahid olarak tanıtan nice makyavelist bugün efsanevî servetlere sahip olmuştur.
İslâm dini ve ahlâkı böyle kara servetleri, bunları elde etmek için başvurulan kirli ve ahlâksız metotları asla kabul etmez.
Ahlâk dışı zenginleşmenin ve kalkınmanın Türkiye'yi ne kadar ilerletmiş ve kalkındırmış olduğunu hepimiz görüyoruz.
Bendeniz şöyle diyorum: Ahlâka uygun, namuslu ve şerefli metotlarla çalışılmış olsaydı, Türkiye zenginlikte, kalkınmada, sosyal adalette Japonya, İşveç, Norveç gibi olabilirdi. Bugünkü kokuşma bataklığına düşmemiş olurdu.
Hırsızlıkla, kokuşma ile mükemmel uçaklar yapılamaz, İsveç'in Volvo ve Saab otomobilleri gibi mükemmel ve harika otomobiller üretilemez; Heidelberg, Harvard, Oxford gibi üstün üniversiteler kurulamaz...
Türkiye bir İslam ülkesidir. Bu memlekette ahlâk ve fazilet hakim olmalıdır.
Hakim olmazsa işte bugünkü gibi oluruz.