Bozuk Mealler, Tercümeler, Tefsirler
HÂTEMÜ'L-HULEFA cennetmekân Sultan Abdülhamid-i Sâni hazretlerinin devr-i saltanatında önüne gelenin Kur'ân tercümesi, meali, tefsiri basmasına izin verilmezdi. Bu iş için ehliyet, liyakat, icazet aranırdı. O devirde zaten kitap piyasasında Türkçe tercüme ve tefsirler vardı. Tibyan Tefsiri, Medarik Tefsiri, Mısır'da Türkçe basılmış Cemâlî Tefsiri gibi. Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebine uygun olan bu meal ve tefsirleri isteyen alıp okuyordu.
1908'de İkinci Meşrutiyet ilan edildikten sonra Pandor'un kutusu açıldı ve İslâm'a, Ümmete, Devlet-i Aliyyeye zarar verecek bütün kötülükler, münkerler, bid'atler ortalığa saçıldı.
Bu arada Kur'ân tercüme, meal ve tefsirleri konusuna gayr-i Müslimler, bid'atçiler, Dönmeler, İslâm düşmanları el attı. Ehliyeti, liyakati, ilmi, icazeti olmayanlar çalakalem alelacele Kur'ân tercümeleri yapmaya başladı.
Sahibi Mihran isimli bir Ermeni olan Cihan Kütüphanesi, Giritli Cemil Said diye bir adama Fransızcadan Kur'ân tercüme ettirip yayınladı.
Zeki Megamiz adlı Hıristiyan bir Arap da kutsal kitabımızı tercüme etti.
Kur'ân tercüme meal ve tefsirinde para var diyenler bu sahaya girdi.
Böylece Kur'ân'a saygısızlık edildi.
Maalesef Kur'ân tercüme, meal ve tefsirleri furyası günümüzde de vardır.
Tefsir yapma ehliyeti olan, arabî âlet ilimlerini ve 'âli ilimleri bihakkın bilen, akidesi sağlam, niyeti sahih hocaefendileri tenzih ederim.
Lakin bu sahada çok uygunsuz işler yapılmıştır, yapılmaktadır.
Her yayıncıyı suçlamam ama bazı yayıncılar "Mealde iyi ticaret var, bizim de bir mealimiz olsun..." bozuk niyet ve zihniyetiyle hareket ediyor, ehliyetsiz kimselere çabucak bir meal hazırlatıp bastırıyor.
1950'li yıllarda Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu adında bir zat da kendi kafasına, re'yine, hevasına göre bir meal çıkartmış ve buna isim olarak "Kur'ân" demişti, Kur'ân-ı Azimüşşan'ın tercümesine Kur'ân denilemez, "Kur'ân Tercümesi" (veya meali) denir.
Bu zat doğru dürüst Arapça bilmezdi. Bazı kelimelerin mânâsını öğrenmek için Osmanlıca bir sözlük olan Lügat-i Nâci'ye baktığını itiraf etmiştir.
1950'li, 60'lı yıllarda memlekette hayli gerçek alim vardı. Bunlar eski medreselerde, Ezher'de, Bulgaristan'ın Şumnu Nüvvab medresesinde, Şam'da, Bağdad'ta ve sair İslâm beldelerinde okuyup icazet almışlardı. Bu muhterem zevatın bazısı, yanlışlıklarla dolu meal, tercüme ve tefsirleri tenkit ederlerdi.
Bugün artık böyle tenkitler yapılmıyor. Bu tenkit ve şikayetlerimi kimse çarpıtmaya kalkmasın. Bendeniz Kur'ân Türkçeye çevrilmesin, Türkçe meal ve tefsir yazılmasın demiyorum. Elbette bu hizmetler yapılacaktır ama bunun birtakım zarurî şartları vardır.
Bir: Niyet sahih olacak. Allah rızası için yapılacak. Para için, telif ücreti için, voli vurmak için yapılmayacak. Sahih niyetle yapmış, onun yanında bir miktar da telif ücreti veya ticaret olarak para kazanmış, buna da bir şey demiyorum. Lakin ana niyeti para, kazanç, voli vurmak olursa, doğrusu çok ayıplarım.
İki: Arapça bilmek, Kur'ân tercümesi ve tefsiri yapmak için yeterli değildir. On dört Arabî ilmi okumuş ve bunlardan icazet almış olacaktır. Bu da yetmez. Zamanın genel kültürüne sahip olacaktır. Bir üçüncüsü daha var: Allah kendisine, Kur'ân tercüme ve tefsiri yapmak için vehbî bir ilim daha vermiş olacaktır.
Allah beni böyle bir şeyden korusun, istesem ben de, daha önce yapılmış yüz kadar meal ve tercümeyi alırım, onun yanına beş on Fransızca tercüme koyarım ve bunlara baka baka ben de bir Kur'ân tercümesi yazarım. Yazarım ama ahıretimi berbat etmiş olurum. Men fessere'l-Kur'âne bi re'yihi fekad kefer... buyurulmuştur. Yani Kur'ân-ı Kerîm'i (ilmi, icazeti, ehliyet ve liyakati olmadığı halde) kendi re'y ve hevası ile yorumlayan kâfir olur. Ya küfre yol açan vahim bir yanlışlık yapar dinden çıkar, yahut en büyük ilâhî nimet olan Kur'ân nimetine küfranda bulunmuş olur.
Tezelden yedi kişilik bir ilmî heyet kurulmalı ve piyasadaki meal, tercüme ve tefsirler kontrol ettirilip netice bir raporla millete arz edilmelidir.
Bu heyet yeminli olacak ve Allah rızasından başka bir şeyle bağlı olmayacaktır.
Kimsenin gözünün yaşına da bakılmayacaktır.
Bozuk tercüme meal ve tefsirlerin belli başlı yanlışlıkları belirtilecek ve "Ey millet!.. Bunları alıp okuma..." denilecektir.
Menfaatleri bozulanlar buna çok bozulacaklar, çeşitli yalan ve iftiralara başvuracaklardır. Olsun...
Aslında yapılacak iş şudur:
Çok büyük ve güçlü bir "Kur'ân'a Hizmet Vakfı" kurulacak, milyarlarca dolarlık bir imkâna sahip olunacaktır. Bu vakıf şu işleri ve hizmetleri yapacaktır:
1. Çeşitli boylarda ve hatlarda nefis Mushaflar bastırılacaktır.
2. Ehl-i Sünnet ve Cemaate uygun olarak Kur'ân meal ve tercümesi yaptırıp bastıracaktır.
3. Yine Ehl-i Sünnet âlimlerine bir tefsir hazırlatılıp yayınlanacaktır.
Basılan tercümeler, mealler, tefsirler, Mushaflar maliyet fiyatına halka verilecektir.
Vakfın gelirleri: Bu hizmetleri gören dindar halk para yardımı yapacak, evini, arsasını bağışlayacaktır.
Vakfın hesapları, faaliyetleri son derece şeffaf ve temiz olacak, bir kuruş bile ziyan ve israf edilmeyecektir.
Bu vakfa hem ilim, hem ahlâk, hem kültür bakımından ehliyetli zevat idareci ve hizmetkâr olacaktır.
Türkiye Müslümanları bu hizmeti yapamazlar mı?
Yapamıyorlar ki, ortada böyle hizmetler yoktur.
Son olarak şunu söylemek istiyorum: Diyalogçu bir cemaat bir Kur'ân meali bastırıp yayınlamış. Her ayetin altına muharref Tevrat'tan ve muharref İncil'den ayet numaraları koymuşlar. Fesubhanallah...
Diyanet bunları görüyor mu?
Görmüyor... Diyanet'in yayınladığı yeni bir tefsir var ki, içindeki hatalı yorumlar dillere destan.
Biz bu kafayla gidersek, Kur'ân bizden şikayetçi olacaktır.
Mahkeme-i Rûz-i Cezada ne diyeceğiz?
Ey ilim sahipleri, ey gerçek ve icazetli ulemâ!.. Niçin susuyorsunuz?