Süleymaniye’de Bir Cevelan
Sabah 5'te kalktım. Namazdan önce biraz internete baktım. İçim karardı, bir tek iyi, güzel, ferahlatıcı haber yoktu. Cinayetler, ırza geçmeler, rezaletler, yolsuzluklar, tencere dibin kara polemikleri. Beş yaşındaki çocuk kaybolmuş, cesedi timsahın karnından çıkmış. Nesli tükenmekte olan kuşu yemişler. Sevdiğinin yüzüne kezzap atmış. Asansörde öldürmüş...
Hep böyle haberleri okuyanlar, iradeleri çok güçlü değilse dengelerini kaybeder.
Televizyonum yok, seyretmiyorum, gazete alıp okumuyorum. Dış dünya ile ilişkim internetle sınırlı. Ona da bakmasam olup bitenlerden haberim olmayacak.
Dün cumaydı, öğle yemeğini iki dostumla birlikte Süleymaniye Camii karşısındaki bir kuru fasulyacıda yedik, namazı Tahtakale'nin üstündeki küçük bir camide kıldık. Tekrar yukarıya çıktık, Mimar Sinan'ın türbesinin altında bir ara sokakta manzarası nefis bir kafe var, orada sakızlı kahve, limonlu çay ve Osmanlı şerbeti içtik, biraz sohbet ettik.
Gelirken sokaklardan birinde perişan bir kedi yavrusu görmüştüm, bir bakkaldan biraz salam aldım, ayrı yoldan geçerek kedinin karnını doyurdum. Mercan'a indik. İkindi namazını Rüstem Paşa Camii'nde kıldık. Tahtakale hamamındaki bir dükkandan sedefli iki küçük hatıra eşyası aldım. Çiçek Pazarı'ndan, balkonuma koymak üzere küçük bir kartopu ağacı. Yorgun argın evime geldim.
Süleymaniye ile Tahtakale arasındaki sokaklardan geçerken İstanbul'un kaderine üzüldüm. Her yer yıkık dökük, virane gibi. Hani bu bölge imar edilecekti? Çıkmaz ayın son çarşambasına mı?
Süleymaniye Camii'nin Haliç'e kadar uzanan alt tarafını bu hale getirenlerin medeniyetle, şehircilikle, sanatla hiçbir ilgisi olamaz. Belediye'yi kasd etmiyorum. Bütün Türkiye idarecileri, bütün okur-yazarlar sorumludur bu perişanlıktan.
İstanbul'un tarihî sur içi bölgesi düzelir mi? Elbette kısa zamanda düzelir ama bu kafayla, bu kültürle, bu ahlâkla kesinlikle düzelmez.
Eminönü meydanından geçerken birkaç sene önce döşenen yer karolarının bir kısmının kırılmış, çatlamış, yerinden oynamış olduğunu gördüm. Artık doğru dürüst kaldırım bile yapamıyoruz.
Eve Eminönü'nden tramvayla gittim. Taksiye binsem, mesafe kısa olduğu için şoförün surat asma ihtimali var. Tramvay yolcularının bir kısmı efendi, terbiyeli. Bir kısmı ise cıvık ve laubali. Biraz ötemizde genç bir erkekle on altı yaşlarında bir kız birbirine sarılmışlar. Terbiyeli, görgülü, ciddî, vasıflı, efendi gençler böyle yapmazlar.
Bugün kitap alamadım. Bu benim için büyük bir eksiklik. Vefa'daki Rafet beyin ciltçi ve sahhafiye dükkanına uğrayabilseydim, bir iki eski kitap bulup alabilirdim.
Hayır olarak ne yapabildim acaba? Ara sokaktaki küçük perişan kediyi doyurdum... Çay içerken, yollarda meydanlarda yürürken memleketteki olumsuz, münker, kötü işleri tenkit ettik. Bu da bir hayırdır inşaallah.
Mezhepsizlik Fitnesi Nasıl Çıktı?
Müslümanlar arasındaki dehşet verici kafa karışıklığının başlangıcı 1970'lere dayanır. O tarihlerde Diyanet'e hakim olan zihniyet, Osmanlı idaresindeki Suriye'den Mısır'a kaçmış olan reformcu ve yenilikçi Reşid Rıza'nın Telfik-i Mezahib (Mezheplerin fıkıh hükümlerini karışık olarak uygulamak) lehindeki kitabını Osmanlıca'dan bugünkü Türkçeye çevirtip yayınlamıştı.
Bendeniz o zaman Almanya'da sürgünde bulunuyordum. 1974'te Af Kanunu çıktıktan sonra vatanıma döndüğümde şöyle bir vak'a anlatmışlardı: Bir cami, kürsüde turfa bir vaiz haykırıyor "Ey Müslümanlar! Problemlerimize çare ve çözüm getirecek çok değerli bir kitap ayınlandı. Ankara'dan yeterli miktarda getirttik, camiden çıkarken birer nüsha alınız..." Bu kitap Telfik-i Mezahib kitabıymış...
Zehi gaflet!... Farmason, taqiyyeci, yalancı, Müslümanları aldatan, Halife-i Müslimîn Gazi Sultan Abdülhamid-i Sanî hazretlerini bir İngiliz ajanı ile birlikte tahttan indirme planları yapan Cemalüddin Efganî'nin talebesi Abduh'un şakirdi bir adamın yanlış bir tezi savunan kitabını okuyarak Müslümanlar kurtulacakmış...
Bu zihniyet, ictihad yapmaya ehliyeti olmayan kimselerin işkembeden ictihad yapmalarını tavsiye ediyordu. Eskiden ümmet dört büyük müctehide bağlıydı. Şimdi bozukların ve bid'atçilerin sayesinde yüzbinlerce naylon müctehidimiz oldu.
"Kur'ân Yahudileri ve Hıristiyanları İslâm'a çağırmıyor..." diyenler bile çıktı.
Vah vah, ne günlere kaldık!..
Kıyamet'e kadar kapanmayacak bir fitne fesat, nifak şikak, çekişme, verimsiz tartışma kapısını açtılar.
Birtakım mezhepsizlerin iddia ettiği gibi dört hak mezhep bir bölünme değildir. Asıl bölünme mezhepsizliktir. Ehl-i Sünnet içinde dört fıkıh sistemi vardır. Mezhepsizlikte ise on binlerce, yüz binlerce sistem değil, sistemsizlik, kafa karışıklığı bulunmaktadır.
Artık bu işler kolay kolay düzelmez.
Mezhepsiz bid'atçiler ictihad yaptıklarını, dini doğrudan doğruya Kur'ân'dan öğrendiklerini, Kutsal Kitabımızı doğru şekilde tefsir ettiklerini sanıyorlar. Bu zan onları gururlandırıyor, kendileriyle iftihar ediyorlar, kibre düşüyorlar.
Birtakım Rafizîler de bu toz duman, bu kargaşa içinde pür ümid bekliyor. Ehl-i Sünnet Müslümanları kendi fıkıhlarını bırakacak ve onların mezhebine girecek.
Zehi gaflet... Zehi gaflet...
Mezhep ve fıkıh lehindeki bir yazımı iktibas etmiş olan internet sitesine bir okuyucu şu mail'i göndermiş: "İbn Arabî'yi destekleyenin imanından şüphe ederim."
Ne kadar aşırı fikirlerdir bunlar.
Mezhepsizlik Arap ülkelerinde Müslümanları yüceltti ve kurtardı mı ki, Türkiye'de kurtarsın?
Mezhepler putmuş... Ne hezeyanlar ne hezeyanlar...
Bu konuları Şiî kardeşlerimle tartışmak istemem. Onları kendi hallerine bırakırım. Benim sözüm Ehl-i Sünnet Müslümanlarınadır. İslâm'ı doğru anlamak ve uygulamak istiyorsanız, dört mezhepten birinin fıkhını kabul edeceksiniz ve (istisnaî ve zarurî) haller dışında bütünüyle uygulayacaksınız.
İtikatta İbn Teymiyye ve onun gibi aşırılara tâbi olmayacak, Ehl-i Sünnet imamlarına ve gerçek ulemaya tâbi olacaksınız.
Kur'ân'ı kendi re'yinizle ve hevanızla yorumlamayacaksınız.
Dinde reformculuktan ve yenilikten ateşten kaçar gibi kaçacaksınız.
Resulullah Efendimiz'in (sallalahu aleyhi ve sellem) sünnetine sımsıkı sarılacaksınız.
Ashab-ı Kiram'ın tamamını sevip sayacaksınız.
Onların bazısının arasında bundan 1400 sene evvel cereyan etmiş bazı üzücü hadiseleri dinin esası olarak kabul etmeyecek ve bunlar hakkındaki hükmü Âdil-i Mutlak olan Yüce Rabbimiz'e bırakacaksınız.
Velhasıl din konusunda tartışmayacaksınız, çekişmeyeceksiniz.
Bilmeyenler bilenlere tabi olacak. Yüce Kur'ân'da "Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" buyurulmuştur.
İslâmî hiyerarşiye riayet edeceksiniz. Mezhebi, fıkhı inkar etmek bir ordudaki rütbeleri, hiyerarşiyi, disiplini inkar etmek gibidir.
Bizi Resulullah'a, O'ndan, Yüce Rabbimiz'e ulaştıran nuranî bir silsileye bağlanmak zorundayız.
Bu silsile gerçek fakihlerin ve mürşidlerin silsilesidir.
Mezhepsizlikte silsile milsile, icazet micazet yoktur. Mezhep devamlılıktır, mezhepsizlik kopukluktur.
Bazı mezhepsiz kardeşlerimi uyarıyorum. Bendenize sövüp sayarak, hakaret ederek, saçma sapan konuşarak bir yere varamazsınız.
Tefsir ve fıkıhta Resulullah Efendimiz'in iki büyük talebesi vardı. İbn Abbas ve İbn Mes'ud (radiyallahu anhüma) hazretleri. Onlar Tabîi'nden talebe yetiştirdiler. Onlar da tebe-i Tabiî'nden... Böylece karnen ba'de karnin (bir nesilden öteki nesle) icazetli gerçek müfessirler ve fukaha yetişti. Bu devirde gerçek İslâm'ı onlar anlatıyor, öğretiyor. Bu muhterem zevata tabi olmakta büyük yararlar vardır.
Resulullah'a geçerli ve sahih bir silsile ile bağlı icazetli gerçek ulemaya, fukahaya, müfessirlere, muhaddislere ve diğer din bilginlerine bağlananlar Mevlalarını bulurlar. Bunları inkar edip, dini kendi nefs, heva ve cehaletleriyle yorumlamaya yeltenenler ise, yanlış yorumları yüzünden korkarım belalarını bulacaklardır.
Seçim bize aittir.
Geri izleme