Batı bizi vurmadı mı?
Ülkemizdeki batıcı ırkçıların ağızlarında sakız bir söz var: “Araplar bizi arkadan vurdu.”
Peki ya Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, yunanlılar?
Şunu istiyorlar: “Onlarla olan savaşlarımızı unutalım. İşgalleri, yağmaları, yangınları, ırza ve mala tecavüzleri unutalım. Kurtuluş savaşlarını unutalım.
Hatta bağımsızlık savaşı sonrasında kendi o güzelim kültür ve medeniyetinden çıkalım da onların o “tek dişi kalmış canavar” olan medeniyetlerini alalım.
Kendi kılığımızdan, kıyafetimizden, hukukumuzdan, yazımızdan, sanatımızdan sıyrılalım da düşmanlarımızınkini alalım. Düşmanlarımıza aşık olalım, yollarına düşelim, serenatlar söyleyelim, birlikte olmaya çalışalım, içlerine girmek ve kaybolmak isteyelim.
Fakat Araplara gelince “onlar bizi arkadan vurdu” diyerek düşmanlığa devam edelim.”
Akıl mı bu?
Peki ama niye?
“Onlar bize İslam’ı hatırlatıyor. Batı medeniyetine girmek için İslam’dan ayrılmamız gerekir.”
Ağızlarında gizledikleri bakla budur, ama bunu her zaman açıkça söylemezler.
* * *
Gelelim şu “Araplar bizi arkadan vurdu” meselesine…
Arapların toplu halde bizi arkadan vurduğu da yalan.
Hangi tarihçi yazıyor bunu?
Birkaç kişi veya sürü kendini bilmez, eşkiyalık amacıyla veya İngiliz kışkırtmasıyla askerimizi öldürmüş…
Yuh olsun onlara. Cezalarını cehennemde çekecekler elbette.
Ama o kadarı Anadolu’nun dağlarındaki eşkiyalar tarafından da yapıldı.
Mazeret mi?
Asla! Yuh olsun onlara dedik ya!
Ama böyle şeyler her zaman oluyor maalesef.
Kaldı ki geçmişte yaşanmış ve bitmiş bir olay. İbret alalım ama kan davası haline getirmeyelim lütfen.
Fakat bir kısım kardeşlerimiz bunu asla unutmuyor ve bu günün masum Araplarını da aşağılıyor. Suçlar şahsîdir. Babasının suçu, babasını ilgilendirir, aynı suçtan oğlu da cezalandırılmaz ki!
“Arapçılık” da dindarları vurmak için bazılarının dilinde tetikte bekleyen bir kelimedir. Biz onlara “Araplara karşı derinlerinizde var olan bu soğukluğunuzun nedenini bir daha yoklayınız” deriz.
Sahi, Araplara karşı nedendir bu nefretiniz?
Aldığımız batıcı eğitim ve kültürün yönlendirmesi olmasın?
Düşmanımızın oyununa gelmiş olmayalım?
Biz “Kürtçülük” aleyhine de yazmıştık burada, “Arapçılık” aleyhine de. Sadece “Türkçülük” değildir lanetlediğimiz.
Irkçılığın her türlüsünü İslam yasaklamıştır. Irkçılık ırkçılıktır. Bunun türkçüsü, kürtçüsü, arapçısı olmaz.
Kimse yanlış anlamasın; kavmini sevmek ve ona hizmet etmek ırkçılık değil, bilakis iyi niyetle yapılırsa bir ibadettir. Hatta buna bile önce aileden, sonra hısım akrabadan, konu komşudan, mahalle ve şehirden başlamak tavsiye edilmiştir. Bunlar genellikle aynı kavimden, aynı ırktan olurlar. Yeter ki bu yardım, dinin emirlerine ters düşmesin.
Bütün müslümanlar kardeştir. Bunu inkar, Hücürat suresindeki ilgili ayeti inkar olduğu için, insanı dinden çıkarır. Sevgili Peygamberimiz de birbirimizi sevmedikçe, kendimiz için istediğimizi kardeşlerimiz için de istemedikçe olgun bir mümin olamayacağımızı bildirir.
Öyleyse her müslümanı normalde severiz. Görüldüğü gibi buna mecburuz. Irkı, dili, rengi ve coğrafyası ne olursa olsun. Onların derdiyle dertlenmeyen, Sevgili Peygamberimize göre iyi bir Müslüman olamaz. “Ümmetçilik” de kısaca budur.
Bütün kafirler de bizden uzaktır. Ne dinlerini, ne de yaşam biçimlerini alamayız. Bizimle savaşanlarının amansız düşmanıyız. Savaşmayanlarla da anlaşır ve anlaşmalarımıza sadık kalırız. Onlara güzel davranır, dinimizin güzelliklerini gösteririz.
Diller Allah Teala’nın kudretini gösteren alametlerdir ve saygıyla karşılanır. Herkese kendi anadilinin şirin gelmesinden daha tabii ne olabilir? Dil ile din aynı şey değildir!
Türkçe bizim dilimizdir ve bu güne kadar bir hayli değişmiş, birçok aşamadan geçmiştir. Dinimizi ve kültürümüzü onunla anlattığımız, ihtiyaçlarımızı onunla karşıladığımız için bize göre mübarektir. Herkesin anadili hakkında böyle düşünmesinin bize ne zararı var?
Bu konularda rahat olmak ve sert tepkilerden kaçınmak gerekir. Onun için daha sakin olmalı, bu sistemin ayrıştırıcı kışkırtmalarından bilinçli olarak uzaklaşmalı ve aynı coğrafyayı vatan kıldığımız kardeşlerimize karşı daha müsamahalı olmalıyız.
Hem dünyevi, hem de uhrevî menfaatlerimiz bunu gerektirir değil mi?