Baykal'ın hakareti ve siyasi terbiye
Baykal'ınki, AK Parti lideri ile bir ağız dalaşı arayışı idi. "Başbakan oldun, ama adam olamadın" muhabbeti, bayat ve sıradan bir polemik. Halk arasında çok yaygın bilinen bir meseldir.
Vezir olan evlat, çocukken kendisine "senden adam olmaz" diyen babasını yıllar sonra ayağına getirtir. Niyeti, adam olduğunu ispatlamaktır. Baba, oğlunun kaba davranışını ima ederek "ben sana adam olamazsın dedim, vezir olamazsın demedim" diyerek taşı gediğine koyar. Baykal'ın "Başbakan oldun, adam olamadın" sözü için söylenecek söz şu: "Ne alâka?"
AK Parti liderinin, bu muhabbetten rahatsız olmaması lâzım. Dün Sinop'tan, "cevap vermeye terbiyem müsaade etmiyor" karşılığını vermesi, durumun kontrolünde olduğunu gösteriyor. Aslında Baykal, Başbakan'ın çizdiği dar alanda oyun oynuyor. Bu dar alan, muhalefete sadece retorik düzeyinde rekabet imkânı tanıyan seçim atmosferini anlatıyor.
Mahallî seçimlere tam dört hafta kaldı. Türkiye'nin dört hafta sonra seçime gireceğini dışarıdan bakan kimse iddia edemez. Sönük, donuk ve heyecansız bir seçim atmosferi var. Muhalefet, mahallî ölçekte de yönetimde olan AK Parti'ye karşı etkili bir rekabet geliştiremiyor. Mesele, minderden kaçmak değil. CHP mindere çıkamıyor. Baykal'ın belden aşağı kaymaya ramak kalan muhalefet retoriği, aslında bir çaresizliğin göstergesi. "Adam değilsin" sözü, sadece kavga etmek için söylenir. Dağarcığında yeni şeyler olmayan, politika üretemeyen politikacının sığınağıdır bu retorik. Bu sözlerle sadece onun fanatikleri hazırda tutulur. "Sen adam mısın?" şekline bürünüp ağızdan çıkacak söz, tam da Baykal'ın külhanbeyi yakıştırmasına uygun değil mi?
1960'ların, 70'lerin üslubu bu. Kavga arayan, taraftarlarını kavga ederken devşiren politikacıların üslubu. Siyasî tartışmaların, parti rekabetinin gerçek sorunlardan fersah fersah uzaklaştığı, tüketici bir demagojik üsluba sıkıştığı politika tarzı. Söylenen sözün de, verilecek aynı düzeyde cevabın da, memleketin reel hiçbir derdine deva olamayacağı daracık bir dünya. O dönemlerden kalma asırlık Demirel, bu politika tarzının ustalarından biriydi. Siyasî kariyerini, sadece söz düzeyinde anlamı olan hazırcevaplığı ve konuyu değiştirmedeki ustalığı ile edinmişti. Ancak, bu politika tarzının 60'lı ve 70'li yıllarda bütünüyle mesnetsiz olmadığını hatırlamalıyız. Toplum kavga ediyordu. Kutuplaşmıştı. Halkın duygularına tercüman olan politikacı da kavga ederek, niza çıkartarak yol alıyordu.
Bugün Baykal'ın "adam olamadın" lafına, Başbakan'ın verdiği "terbiyem müsait değil" cevabı bile, toplumun kavga aramadığının bir işareti. CHP lideri de, AK Parti lideri de, kendi üsluplarına uygun olarak seçimi kızıştırmaya çalışıyor. Biri usulüne uygun davranarak, diğeri çaresiz saldırıya geçerek üzerine düşeni yerine getiriyor.
Türkiye kavga değil huzur arıyor. Özal'ın öldüğü tarihi bir milad olarak alırsak, Türkiye o günden 2002 tarihine kadar çok varta atlattı. Siyasetin çivisi çıktı. Siyasetin yarattığı istikrarsızlık, ülkeyi sağa sola savurdu. Karadayı'nın ağzından dinlediğimiz entrikaların üretileceği ve askerlerin siyaseti vesayet altına alacağı bir atmosfer oluştu. Türkiye bugün, yaklaşık olarak 7 yıldır devam eden bir istikrar havuzunda yaşıyor.
Ekonomik krizin Türkiye'yi teğet geçer görünmesinin arkasında bile bu istikrarın sağladığı güç var. Ekonomi kriz baskısı altında ama, halk bu baskılar altında bile siyasî tercihte bulunmak üzere yeni bir alternatif aramıyor. Arasa da, bu arayışını "sen adam mısın?" tarzı içinde bulamayacağını biliyor.
Seçimin bu kadar donuk ve heyecansız geçmesinin sebebi de bu. Vatandaşın tercihlerini değiştirmeye zorlayacak bir rekabet ortada yok. Çünkü rakip yok. CHP liderinin kavga arayışını, bu heyecansızlığı gidermek ve ortalığa hareket vermek üzere girişilmiş bir atak olarak yorumlamak lâzım. Aynı zamanda çaresizliğin bir işareti...