“Kara bahtım kem talihim...”
Dünkü yazımı nasıl bitirdiğimi hatırlıyor musunuz?..
Demiştim ki, “Hayat siyasetten, ticaretten, kavgadan, savaştan, krizden ve seçimden ibaret değildir!..
“Hayat aynı zamanda doyumsuz bir güzelliktir.
“Güzel taraflarını görebilmek için, galiba önce Peygamberce bakmayı öğrenmemiz gerekiyor:
“Köpek çürümüş, derisi lime lime olmuş, kemikleri ayrılmış, kokuşmuş, ama dişleri hâlâ çok güzel!”
“Dostlarım, dünya bozulmuş, çürümüş, kokuşmuş; ama hayat hâlâ çok güzel!”
Böyle bitirmiştim dünkü, hayata dikkat çeken, hayatın bir yerlerinde mündemiç olan güzellikleri fark etmeyi öğütleyen dünkü yazımı.
Üstelik bu, şükrü çağrıştıran Müslümanca bir yaklaşımdı...
Oysa biz daha ziyade yakınmayı, ağlamayı ve küsmeyi seviyoruz!
Bu yüzden de hem şiirlerimiz, hem şarkılarımız, hem masallarımız, hem hikâyelerimiz, romanlarımız filmlerimiz, dizilerimiz (hem de hüngür hüngür) ağlıyor...
Hayatımız yakınmalardan, acılardan, isyanlardan ibaret hale geldi; sadece fotoğraf çektirirken gülümsüyoruz... (Politikacı fotoğrafları da zaten bu yüzden gülüyor).
Şunu demek istiyorum ki, hayata bakışımıza genelde, “Kara bahtım, kem talihim taşa bassam iz olur” anlayışı hâkim...
Çünkü başarısızlıklarımızı, beceriksizliklerimizi ve çoğu tembelliğimizden kaynaklanan yenilgilerimizi mertçe üstlenme yürekliliğini gösteremiyoruz.
Bu durumda, geriye kala kala gizli güçler (talih-kısmet-şans-baht gibi) kalıyor. Biz de yenilgilerimizin izahını bunlarla yapıyoruz:
“Ah kör felek, kimine kürk giydirir, kimine yelek!..”
“Bahtı kara garibim...”
“Kısmetsizin tekiyim...”
“Kader gülmeyince gülmüyor işte!..”
“Şansım yok birader!..”
“Altını tutsam kömüre dönüşüyor!”
Çoğu kendimizden kaynaklanan başarısızlıklarımızı talihsizliğimize, şanssızlığımıza, kısmetsizliğimize bağlayıp rahatlamaya çalışıyoruz...
Ömrümüz ağlamayla, yakınmayla ve zaman zaman ayaklarımıza kadar gelen kimi kısmetleri nasıl kaçırdığımızı anlatmayla geçiyor.
Hayatımızın en büyük bölümü pişmanlıklardan, “keşke”lerden oluşuyor.
Hâlbuki “Ayağınıza kadar gelen kısmeti tepmeyin” gibisinden sözler her dilde var...
Bu bir uyarıdır!
Çünkü pek çok kişinin “şanssızlık” zannettiği şey, ayağa gelen kısmetlerin değerlendirilememesinden ibarettir...
Ya risk alınmamıştır, korkulmuştur, olumsuz düşüncelerle uzak durulmuştur veya tembelliğe kurban edilmiştir.
“Yaz var kış var, acele ne iş var” sözü bizim dünyamızda en geçerli atasözlerinden sayılıyor.
Yaz var, kış var ama, bu kışın son kış olmayacağını nereden biliyorsun?
Bu şansın son şans olmadığını...
Hayatın son kez yüzüne gülmediğini...
Fırsatın son defa ayağına gelmediğini...
Earl Nightingale diyor ki:
“Başarılı insanla başarısız insan arasındaki en belirgin fark, başarısız insanın yapmadığı her şeyi başarılı insanın yapmasıdır.”
Kısmet tabii ki var: Ama sadece arayanların ayağına gelir.
Ancak hayatı derinden algılayanlar, ayaklarına gelen kısmetleri fark edebilirler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.