Hisar, Nâr, Dimâr ve İ’mar
Sözün başında bir hatırlatma yapmak istiyorum. Allah izin verirse siz bu yazıyı okurken ben, Gazze’deki zaferle ilgili bir uluslararası sempozyuma ve kutlama programlarına katılmak üzere Tahran’a gitmiş olacağım. Fakat bu yazıyı yola çıkmadan önce yazıyorum. Hafta içinde yayınlanacak diğer yazılar da burada ele alacağım konularla bağlantılı olacak. Tahran’da katılacağım sempozyum ve kutlamalarla ilgili değerlendirme ve bilgilendirme yazılarını ise inşallah döndükten sonra yazacağım.
Geçtiğimiz Perşembe akşamı Şam’a gitmiştim. O yüzden İsrail işgal devletinde Likud Partisi lideri Netanyahu’nun hükümet kurma çabalarıyla ilgili değerlendirmelerimizi içeren ve gazetemizde Cuma ve Cumartesi günleri arka arkaya yayınlanan iki yazıyı yolculuk öncesinde yazmıştım. Bu süre içinde Netanyahu’nun hükümet kurma çabaları devam etti, ama sonuç bizim tahmin ettiğimizden farklı olmadı. Netanyahu’nun Livni ve Barak’ı hükümete ortak etme çabaları fiyaskoyla sonuçlandı. Aslında bu partilerin aralarında ittifak kuramamalarının sebebi birinin radikal diğerinin iddia edildiği gibi “ılımlı” olması değildir. Bütün meseleleri siyasi menfaat hesaplarıyla ilgilidir. Bu konuda meydana gelecek gelişmeleri inşallah hadiselere paralel olarak değerlendirmeye çalışacağız.
Bugünkü ve bu hafta içinde yayınlanacak diğer yazılarımız, Mısır’ın başkenti Kahire’de gerçekleştirilen Filistinli gruplar arasındaki diyalog toplantıları ve yine Mısır’ın Şarmu’ş-Şeyh şehrinde gerçekleştirilen Gazze’nin yeniden imarıyla ilgili uluslararası toplantı hakkında olacak. Önce Şarmu’ş-Şeyh toplantısına kısaca bir ışık tutmak istiyoruz.
Şam seyahatimiz esnasında Hamas’ın siyasi liderlerinden ve Siyasi Birim başkanı Halid Meşal’in yardımcılarından Muhammed Nezzal’le bir araya geldik ve uzun bir sohbetini dinledik. Gazze saldırısı ve sonrasında meydana gelen gelişmeler hakkında çok önemli noktalara temas etti. Fakat süreci çok iyi izah eden ve özetleyen dört kelimesi özellikle üzerinde durulmaya değer türdendi: Hisâr, Nâr, Dimâr ve İ’mâr.
Hisâr, yani kuşatma, ambargo, ekonomik abluka.
Nâr, yani ateş, silahlı saldırı, katliam.
Dimâr, yani yıkım.
İ’mar, yani yıkılan evlerin, binaların yeniden inşası.
Uluslararası emperyalizmin ve onun tarafından himaye edilen işgalci Siyonizmin aralarında koordineli olarak gerçekleştirdiği bu faaliyetlerin tümüne aynı niyet, zihniyet ve maksadın hâkim olduğunu görüyoruz. O da Filistin’de direnişi çökertmek, gayrimeşru Siyonist işgali meşrulaştırmak, bu işgali meşru kabul etmeyenleri boyun eğmeye zorlamak ve Siyonist işgal devletinin geleceğini garanti altına almak.
Uluslararası emperyalizm 1991’de başlatılan Madrid süreciyle ve sonrasında imzalanan anlaşmalarla Filistin direnişinin etkisiz hâle getirileceğini, Siyonist işgalin bizzat Filistinliler tarafından meşru kabul edileceğini, işgal devletinin geleceğinin sağlama alınacağını umuyordu. Üstelik bütün bunların Filistinlilerin gasp edilmiş haklarının çok az bir kısmının, sembolik anlamda iadesiyle gerçekleşmesini arzuluyordu. Örneğin 18 - 20 bin civarında mültecinin yurduna dönmesine imkân tanınması karşılığında beş milyon mültecinin yurda dönüş hakkından vazgeçmesini, bu meseleyi bir daha gündeme getirmemek üzere zihninden ve defterinden silmesini istiyordu. Doğru düzgün ordusu bile olmayan, sınırları Siyonist işgalciler tarafından kontrol edilen, bugün Ramallah’taki Feyyad hükümetinin yaptığı gibi Yahudi yerleşimcilere imtiyaz hakları veren göstermelik “Filistin devleti” karşılığında, nükleer silah dâhil her türlü saldırı araçlarına ve güçlü bir orduya sahip gayrimeşru Siyonist işgal devletinin tüm Filistinliler tarafından meşru kabul edilmesini şart koşuyordu. Diğer meselelerle ilgili çözüm formülleri de bu ikisinden hiç farklı değildi.
2006 seçimlerinde Filistin halkı direnişten yana tavır koyunca hesapların tutmadığı anlaşıldı. Bu seçimler aslında bir parlamento seçimleri olmaktan öte Filistin halkının direniş ve özgürlükten yana tercihini ortaya koyan bir referandum mahiyeti taşıyordu. Siyonist işgalciler de onların arkasında duran uluslararası emperyalizm de seçimlerin bu özelliğinin farkındaydı ve tedirginlikleri bu yüzdendi.
Sözünü ettiğimiz hesapları ve formülleri Filistin halkına kabul ettiremediğini, onaylatamadığını gören Siyonist işgal ve uluslararası emperyalizm bu sefer amacını sopanın gücünü, uluslararası baskı ve şiddet araçlarını kullanarak gerçekleştirmek istedi. Önce direnişten yana tavır koyan Filistin halkını ağır ve katlanılması zor bir cezayla cezalandırma, ardından zorbalığın gücünü kullanarak onu boyun eğmeye zorlama planını devreye soktu. Bu halkın dünyada bütün ticari işlemleri, para akışını, hatta insanî yardımların giriş çıkışını bile kontrol altında tutan emperyalizmin baskısına çok fazla tahammül edemeyeceğini düşünüyordu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.