Artık Onlar Yok
1952 ile 1956 yılları arasında Ankara'da SiyasalBilgiler Fakültesi'nde (Eski Mekteb-i Mülkiye) okudum. Öğrencilik yıllarında zaman zaman Ali Himmet Berki beyin postahane civarındaki yazıhanesine giderdim. Kendisi Yargıtay Daire Başkanlığı'ndan emekli olduktan sonra avukatlık yapıyordu. Osmanlıca'yı çok iyi bilirdi. Fıkıh konusunda derin ilmi ve kültürü vardı. Bir gün bir vesile ile Maltepe taraflarındaki evine gitmiştim. Bir duvarda camlı çerçeve içinde büyük boy bir fotoğraf asılıydı. Sarıklı, cübbeli, siyah sakallı bir hoca resmiydi bu. Efendim bu kimdir diye sormuştum. Gülümsemiş ve "Bu benim Amasya kadısı iken aldırdığım resimdir" demişti.
1952'de Üstad Mahir İz ile tanışmak şerefine nail olmuştum. Haydarpaşa Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yapıyordu. Üsküdar'da Fıstıkağacı semtinde Dr. Keleşyan'a ait bir evde kiracı olarak oturuyordu. Mahir Bey Türkçe'yi gerçekten çok iyi bilen bir kimseydi. Bir ara sormuştum, pederiniz ne iş yapardı diye. "Kadıydı, Medine'de, Ankara'da kadılık yapmıştı" cevabını vermişti.
Sebilürreşad sahibi Eşref Edib beyden mi duymuştum tam hatırlamıyorum, İstanbul'da onca sarıklı ulema içinde, sarığı ve cübbesi en düzgün ve güzel kişi Mardinî Zâde Ebu'l-Ula beymiş. Eski bir kitapta fotoğrafını görmüştüm, gerçekten sarığı ve yakası samur kürk kaplı cübbesi çok güzeldi. İşte bu Mardinî Zâde Ebu'l-Ula bey Darülfünun üniversite olduktan, devrimler yapıldıktan sonra Hukuk Fakültesi'nde öğrenci yetiştirmeye, Ordinaryüs Profesör Ebu'l-Ula Mardin bey olarak devam etmiştir.
Hep zirvedekilerden bahs etmeyeyim. 1950'li yıllarda bir yaz günü Kanlıca'da Mahir İz beyle bir kahvede oturuyoruz. Sanırım yoğurt yemiştik. Mâlum, Kanlıca'nın yoğurdu meşhur... Yoldan elli altmış yaşlarında uzun boylu dinç bir seyyar satıcı geçiyordu. Mahir beyle tanışıyorlarmış. Bu zat her sabah Üsküdar'dan sırtında sepeti ile Beykoz'a doğru yola çıkar, bıçak satarmış. Türkçe'yi doğu şivesi ile konuşuyordu. Mahir beyle biraz sohbet ettikten hal hatır sorduktan sonra yoluna devam etmişti. Üstad onun hakkında bize "Çocuklar biliyor musunuz bu bıçak satıcısı, Mesnevî-i şerifi baştan sonuna kadar ezbere bilir" demişti.
Uzun yıllar İstanbul'da müftülük yapan Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen hoca Osmanlıca'yı, Arapça'yı, Farsça'yı çok iyi bilirdi. Matbu Farsça divanı vardır. Medrese talebesiyken bir de roman yazmıştır. Onun Hukuk-i İslâmiyye ve İstılahat-ı Fıkhıyye Kamusu'nu, 1959'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi yayınlamaya başlamıştı. Birinci cilde rektör Sıdık Sami Bey bir önsöz yazmış ve "İstikbalin kanun vâzıları (koyucuları) hazırlayacakları kanunları bu kitaptan çıkartacaklardır" şeklinde mânidar bir cümle koymuştu. O tarihte Ezan-ı Muhammedî okumak yasaktı ama böyle hocalar vardı.
Tâhirü'l-Mevlevî İskilipli Âtıf efendi ile birlikte Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmış, Âtıf efendi idama mahkum edilmiş, o ise beraat etmişti. Beraat etmiş olsa da sabıkalı ve şâibeli sayılırdı. Tâhirü'l-Mevlevî 1930'lu yıllarda Kuleli Askerî Lisesi'nde edebiyat muallimliği yapmıştır. Kendisi son Mesnevî-hanlardandır. Camilerde Mesnevî dersleri okuturdu.
Hangi birini sayayım. Gençliğimde 1950'li, 60'lı yıllarda Türkiye'de Osmanlı devleti zamanında yetişmiş yüksek kültürlü, yüksek ahlâklı, yüksek şahsiyetler bulunuyordu. İcazetli şeyhler, icazetli ulema, edipler, kadılar, seyyidler, şerifler, mütefekkirler, münevverler, fazıllar...
Benim neslimden nasibi olanlar bu zatları görmekle şereflendi. İstidadımız olmasa bile nazarlarıyla feyzlendik. Şeyh nazarı, alim nazarı, edip ve fazıl kişinin nazarı... Nazar deyip de geçmeyelim. Bu nazarlarda nice esrar vardır. Anlayana...
Zaman geçti köprülerin altından sular aktı ve bütün o eski rical toprağın altına girdiler, sıralandılar.
Yeni nesillerin, o eski ricalin menkıbelerini, hatıralarını okumasında büyük yararlar var. Aksi taktirde tekâmül etmeleri çok zordur, belki de mümkün değildir.
Bir İlahiyatçının Vahim İddiaları
Kendisini müctehid sanan, ictihad yapan Ehl-i Sünnete aykırı fikirleri, görüşleri bulunan; Cemaleddin Efganî'yi, Muhammed Abduh'u, Reşid Rıza'yı büyük ve örnek din önderleri olarak kabul eden bir zat şu iddialarda bulundu:
1. Kur'ân Yahudileri İslâm'a çağırmıyor.
2. Kur'ân Hıristiyanları İslâm'a çağırmıyor.
Sayın kişinin bu fikirlerine Dinlerarası Diyalog fırkası taraftarları da katılmaktadır.
Bu gibi iddialar İslâm'a, Kur'ân'a, Peygamberimizin Sünnetine, büyük müctehidlerin, büyük din alimlerinin görüşlerine kesinlikle aykırıdır.
İslâm bütün insanları, bu arada Yahudi ve Hıristiyanları da İslâm'a çağırmaktadır. Bu davette hiçbir şüphe yoktur.
Hz. Musa'nın ve Hz. İsa'nın (her ikisine de selam olsun) dinleri usûl, esas, temeller bakımından İslâm idi.
Hz. Peygamber ve Kur'ân öncelikle Yahudileri ve Hıristiyanları İslâm'a çağırmaktadır.
Peygamberimiz Mısır'da Kıbt kavminin ulusu Mukavkis'e, Bizans imparatoruna nâmeler göndererek Müslüman olmalarını istemiştir. Sayın yazarın garip iddialarının geçersizliği ve yanlışlığı bu mektuplardan da anlaşılmaktadır.
İslâm dininde bütün insanları Tevhid inancına Hz. Muhammed'in kemale erdirilmiş dinine çağırmak vardır ama bu konuda zorlama yoktur.
Tevhid vardır, ikrah (zorlama, zorla Müslüman yapma) yoktur.
Cahillerin, din kültürüne sahip olmayan kimselerin temel dinî konularda yanlış yapmaları anlaşılır ama bir ilahiyatçının "Kur'ân Yahudi ve Hıristiyanları İslâm'a çağırmıyor" iddiasına şaşmamak mümkün değildir.
Bütün Müslüman kardeşlerimizin bu gibi yanlış, yanıltıcı, saptırıcı iddia ve görüşlere karşı uyanık olması gerekir.
Dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan fetva merkezlerine, icazetli ve ehliyetli müftülere, fukahaya, ulemaya müracaat edilsin, sorulsun: "Hz. Peygamber Yahudileri ve Hıristiyanları İslâm'a çağırıyor mu?" Ben eminim ki, hepsi de "Elbette çağırıyor" cevabını verecektir.
İslâm, Allah katında tek hak dindir. Muharref dinleri de hak ve doğru gösterme, onların bağlılarını da ehl-i necat ve ehl-i cennet sınıfına dahil etme gayretleri İslâm'a aykırıdır, taban tabana zıttır.
Ölçü şudur: Bir insana Peygamberimizin (salat ve selam olsun O'na) risaleti, tebligatı, daveti bildirilir, o kişi bunları kabul etmez, reddeder, yalanlar ise, onun için necat ve cennet ehli denilemez.
ABD, Siyonizm, Haçlılar, bütün İslâm düşmanları işte İslâm'ın bu temel maddesini yıkmak için çalışıyor.
Onlar "Bir değil üç hak İbrahimî din vardır" bâtıl inancını Müslümanlara kabul ettirmeye uğraşıyor.
Siyonistler, Haçlılar İslâm'ı, Kur'ân'ı, Resulullah'ı inkar ediyor. Birtakım ilahiyatçılar ise onlara yaranmak, şirin görünmek için neler yapmıyor. Ne günlere kaldık!