Bu dünyada en ağır yük insan yükü
İnsanı iş yormaz, insanı insan yorar. İnsana en ağır yük, yine insandır. Hele bakıma muhtaç insan yükü hiç taşınacak gibi değildir. Elden ayaktan düşen insan, kişinin anası da olsa, babası da olsa, karısı da olsa, kocası da olsa, gün gelir takati kesilir ve taşıyamaz olur.
İnsanın insanı taşıyamadığı bir dünyada yaşıyor ve her taşınmayanı “Devlet taşısın” diye yükü devlete bırakıp bir kenara çekiliveriyoruz. Oysa devlet, öylesine ağır yükler taşıyor ki, “sorunlu” ve “sorumsuz” insanların yükü, bütün ağırlıkların ötesine geçiyor.
öyle bir zamandayız ki, “nefse dayalı kişisel menfaatlerimiz” her türlü kıymetin önüne geçmiş durumda. Eğer o menfaatleri elde edemezsek, yaşamamızın bir anlamı yok gibi geliyor. Malatya’da gördüğüm ihtiyar da sanki bu menfaatlerin kurbanıydı.
İTO Başkanı Murat Yalçıntaş ve beraberindeki heyetle Valiliği ziyarete gitmiştik. Vali Bey’in makamına giriyordum ki, özel kaleme; “rükuya eğilmiş” vaziyette bir ihtiyar geldi. Dikkatimi çekince içeri girmekten vazgeçip ihtiyarı izlemeye başladım.
İhtiyarın rüku vaziyeti, kamburluğundan geliyordu. İki eliyle dizlerine dayanarak yürüyebiliyordu ve kendisini ilk bulduğu sandalyeye atarak, elindeki kağıdı yanındaki bir memura uzattı. Memur kağıdı aldı, inceledi ve üst kattaki Vali Muavini’ne gönderdi.
Adamcağız Vali Bey’le görüşmek istiyordu ama görevli memurlar kibar bir dille; Vali Bey’in müsait olmadığını, işini ilgili Vali Muavini’nin göreceğini söyleyerek gönderdiler. İhtiyar, kalkmak için bir iki hamle yaptı ve kalktıktan sonra görevlilere teşekkür etti.
özel kalemdeki ilgililerden biri; “Ne yaptık ki amca teşekkür ediyorsun” dedi. İhtiyar da; “Olsun, buraya oturmama müsaade ettiniz, elimden kağıdımı aldınız ya o bile yeter” diye karşılık verdi. Bir de giderken, “Hakkınızı helal edin” deyip çıktı.
Demek ki, adamcağız şimdiye kadar devlet kapısına hep korkarak girmiş, korkarak çıkmış. İki elini dizlerine dayayarak zor yürüyen ihtiyar, yine rükuya eğilmiş vaziyette binanın merdivenlerindeydi. Bu arada İTO heyeti de ziyaretini tamamlamış, toplu resim çektirmek üzere merdivene dizilmişlerdi, malum ihtiyar da son basamaktaydı.
Fotoğraf çekmek isteyen gazeteciler denklanşörlere basarken, İTO Başkanı Murat Yalçıntaş da göz ucuyla ihtiyarı takip ediyordu. Fotoğraf çekim işi bitince heyet belediyeye geçti, ben de ihtiyarın arkasından yürümeye başladım. Rüku halde kaç metre yürüdü bilemem ama bir süre sonra Valilik binasının yanındaki parkın duvarına nefes nefese kendini atıverdi.
Selam verip adını sordum. Gazi Büyükyıldırım dedi. Derdini sordum. Kocaman bir ah çekerek anlatmaya başladı. Elden ayaktan düşmüş, bakması gerekenler bakamaz olmuş, geçen yıl devlete sığınmış, Fak-Fuk Fon’dan yüz lira maaş bağlanmış, yüz lira ile acil ihtiyaçlarını karşılayarak geçinip gidiyormuş.
Geçtiğimiz aylarda yüz lirası kesilmiş. Meğer komşularından biri, ihtiyarı şikâyet etmiş ve demiş ki; “Bu adam devletten maaş alıyor ama ormana çalışmaya gidiyor, işi gücü yerinde” demiş. Fak-Fuk Fon yetkilileri de hemen yüz lirayı kesmişler.
Değil adamın ormanda işinin olması, elindeki şapkasını zor taşıyor. İki büklüm yürüyor, önünü göremiyor, “Sırtımı duvara yaslamayalı bilmem kaç yıl oldu” diyerek sırtını duvara yaslamanın özlemi içerisinde, yerden çöp alıp kenara koyacak hali yok.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen tevekkül sahibi olması beni çok etkiledi. Yapabileceğim bir şey yoktu, sadece bu insanın dramını yazmaya gücüm yeterdi, onu da yaptım. Gerisi Malatya Valiliği veya diğer yetkililere kalmış.
Gerçi ilgili Vali Muavini, bizzat kendisi meseleyi takip edeceğini söylemiş, bunu duyunca bir sevinmiş bir sevinmiş ki, imdat bekleyen gözlerle; “Beni yarı yolda komazlar değil mi” diye soruyordu. Ben de “İnşaallah” diyerek sevincine ortak olmaya çalıştım.
Büyüklerimiz boşuna dua etmemişler, “üç gün yatak dördüncü gün toprak” diye
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.