Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Farkları farklı sevmek üzerine

Farkları farklı sevmek üzerine

Geçen yaz, (yine gelecek ve görüşeceğiz inşallah) tahta bir iskeleden bacaklarımı denize doğru sarkıtmış, dalgacıkların ayaklarımı gıdıklamasına keyiflenirken oldukça yakınımdan geçen bir geminin oluşturduğu kocaman dalgalar üzerime çullandı...
Ben toparlanıp dalga mesafesinden kaçana kadar, birbiri ardına gelen üç dalga ile sırılsıklam oldum. Herkes için için gafletimle dalga geçerken, ben denize minnetle bakıyordum. Sanki beni tanımış, (Deniz çocuğu olduğumu bilmiş) derin bir hasretle sarılmak istemişti.
Yalnız olmadığımı düşündüm o an...
En yalnız zamanıma deniz eşlik ediyordu.
Ve her varlığın sevme-sarılma biçiminin farklı olduğunu düşündüm...
Deniz ve yağmur severken ıslatır, güneş ısıtır-bunaltırdı: Bu kötü niyetli olduklarını göstermezdi. Sadece yöntemleri farklıydı.
Bunu öğrenene kadar insan belli bir yaşa geliyor. Dolayısıyla öğrendiklerini yaşayacak pek bir vakti kalmıyor.
Delice belki, ama keşke Can Yücel’in dediği gibi, hayata tersinden başlayabilseydik.
-
“Şüphesiz ki yaşamı tersten yaşamak daha güzel
Hatta mükemmel olurdu.
Nasıl mı?
Camide uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde,
Herkes karşınızda saf durmuş,
İyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.
Tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, olgun ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda, büyük bir itibar, iltifatlar, çocuklar, torunlar hepsi hazır.
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz...”
-
Hatırlıyor musunuz acaba, yıllar önce bir hikâye yayınlamıştım.
Hani gençliğe acemi adımlar atmak üzere olan bir çocuk, günlerden bir gün babasıyla birlikte dağlara çıkmıştı...
Yürürken ayağı kaydı, az daha uçurumdan yuvarlanıyordu. Can havliyle bağırdı:
“Eyvaaah!..”
Karşı dağlardan aynı ses geldi:
“Eyvaaah!”
Önce duyduğu sesin babasından geldiğini, kendisiyle dalga geçtiğini sandı. Hayretle babasına baktı. Telaşlı yüzünü fark edince, sesin başka yerden geldiğini anladı. Ama acaba o ses nereden geliyordu?
Bunu anlayabilmek için tekrar bağırdı:
“Heeey!...”
Anında karşılık geldi:
“Heeey!.”
Çocuk ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordu. Hem heyecanlanmış, hem de bu oyunu sevmişti:
“Sen de kimsin?” diye sordu.
Karşı taraftan aynı soru geldi:
“Sen de kimsin?”
“Korkağın birisiiin!...” diye bağırdı bu sefer, çocuk.
“Korkağın birisiiin” cevabını almakta gecikmedi.
“Aptalsııın!..”
Aynı şey:
“Aptalsııın!”
“Delisiiin!..”
Yine aynı karşılık:
“Delisiiin!”
Merakla babasına dönüp sordu:
“Bu nedir baba?”
“Hayatın sesidir oğlum” dedi babası, “Dinle ve öğren.”
Avuçlarını boru gibi yaparak karşı dağlara doğru bağırdı:
“Seni seviyoruuum!..”
Karşılık gecikmeden geldi:
“Seni seviyoruuum!”
Çocuğun babası tekrar bağırdı:
“Sen harikasııın!..”
Ses aynen geri döndü: “Sen harikasııın!”
“Çok güzelsiiin!...”
Hemen karşılık: “Çok güzelsiiin!”
Sonra baba oğluna döndü: “Oğlum” dedi, “Herkes buna ‘yankı’ diyor, ama aslında bu hayatın ve umudun sesidir. Hayattan ne umar, ona nasıl seslenirsen, sana o sesi yansıtır.”
Çocuk, hayata hangi sesi verirse, hayattan o karşılığı alacağını o gün öğrendi.
Sanırım aynı kural bakma ve görmeyle ilgili olarak da işliyor: Hayata hangi gözle bakarsanız, hayatı o gözle görürsünüz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi