Birlik-beraberlik hasretimizin son adresi: Çanakkale
“Değil mi, cephemizin sinesinde iman bir,
“Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
“Değil mi, sinede birdir vuran yürek… Yılmaz!
“Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz.”
Mehmed Âkif’in hemen her şiirinde dillendirdiği birlik-beraberlik hasretini bu şiiri vesilesiyle yürekten selamlıyor, etrafında ihtilafsız ittifak edebileceğimiz ortak değerleri öne çıkarmamızı gerektiren günler yaşadığımızı Çanakkale Zaferi vesilesiyle bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyoruz.
Tarih ortak değerlerimizden biridir. Özellikle Çanakkale Zaferi, yakın tarih içindeki yeri bakımından son derece anlamlıdır.
Anlamlıdır, çünkü “Osmanlı bitti, bir daha dirilemeyecek şekilde yere serildiler” denilen bir zamanda kazanılmıştır. Mahiyeti itibariyle bir diriliş cehdi, aynı zamanda da birlik-beraberlik sembolüdür. Ayrıca da İstiklâl Savaşı’mızın moral kaynağıdır.
Aynı amaçlar uğruna savaşan Türk Mehmed’le Kürt Hasso, Laz Temel’le Arnavut Mestan, Çerkez Abdullah’la, Abaza Mustafa aynı mezarda koyun koyuna ebediyeti uyuyorlar. İşte bu özellikleri ve güzellikleriyle “Çanakkale Destanı”nı keşfetmeye ve kavramaya ihtiyacımız var.
Hatırlayalım ki, Çanakkale Zaferi, Avrupa'nın “Hasta Adam” damgasını vurduğu bir devletin varlık mücadelesidir. Mücadele kaybedilseydi her şey bitecekti. Ama kazanıldı. Bir millet ateşle imtihan olundu Çanakkale'de, tarihle hesaplaştı ve kendi varoluş tarihini kendi kanıyla yeniden yazdı.
Oysa yıllarca savaşmaktan yorgundu. İmparatorluğun geniş coğrafyası içinde on yedi yıl aralıksız savaşmıştı. Trablusgarp'tan Balkanlar'a kadar tüm vatan sathını kanıyla âdeta sulamıştı.
Yıl 1897: Cephe Dömeke… Paçamıza salınan Yunan ordusuyla hesaplaşıyoruz...
Hemen arkasından Makedonya'da varlık mücadelesi veriyoruz. 1911'de Osmanlı mirasından Trablusgarp’ı (Libya) aparmak isteyen İtalya ile savaşıyoruz. Trablus Savaşı bitmeden Balkanlar alevleniyor, oraya koşuyoruz. Karşımızda Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karabağ namıyla tekmil Avrupa var yine; Anadolu'nun ter temiz gençleri Balkan topraklarında kalıyor. İmparatorluğun sınırları ise Edirne'de çiziliyor...
Yıl 1914: Cephe bütün vatan… Yine kan, barut, ateş! Ve biz yine ateşin ortasındayız! Üstelik İmparatorluğumuzun merkezi kendi içine kapanmış, politikacılar iktidardan pay kapmaya çalışırken Allahüekber Dağları’ndaki buz cehennemi 86 bin vatan evlâdını yutmuştur.
Nihayet Çanakkale: Dünyanın en güçlü, en teknik, en eğitimli ordularının karşısında dünyanın en yorgun milleti... 18 büyük zırhlı, 24 denizaltı, 13 torpido gemisi ve 42 uçaktan oluşan Müttefik Kuvvetler, 506 topla günde ortalama 23 bin mermi gönderiyor mevzilerimize. Bizim elimizde ise çoğu eski, demode 150 top var. Atılabilen mermi sayısı sadece 370. Bu açığı kapatmak için bulunabilen tek yol ise, mevzilere soba boruları yerleştirilip top görüntüsü verilmesinden ibaret… Mehmetçik Çanakkale’de sadece orantısız güç kullanan “düşman”la değil, aynı zamanda açlıkla, yoklukla, yoksullukla ve her türlü bulaşıcı hastalıkla da savaşıyor.
İngilizler zaferden emindir. Bu emniyet ve gurur içinde, İngiliz Donanması Kurmay Başkanı Sör Roger Keyes, 13 Kasım 1915 tarihinde hatıra defterine şu notu düşüyor: “Bahriye Nazırımız (Denizcilik Bakanı) Çörçil'in (Churchill) enerjik idaresi altında dev adımlarla ilerliyoruz. Çanakkale Boğazı’nı mutlaka geçeceğiz!”
Aynı tarihlerde Amiral Robeck ise İngiliz Donanması’nda bulunmadığına hayıflanıyor ve şunları söylüyor: “Şimdi savaş gemilerinden birinde olmayı ne kadar isterdim. Çörçil'e inanıyorum. Çanakkale Boğazı geçilecek ve donanmamız Osmanlı Sultanının sarayı önünde demirleyecektir.”
İngiltere'nin müttefiki Fransızlar da aynı rüyayı görüyorlar. Fransız Savaş Filosu Komutanı Gepra (Guepratte) seyir defterine şu notu düşüyor: “Müttefik donanmasının Çanakkale'yi geçeceğine hiç şüphem yok. Bu bir prestij meselesidir. Bütün mesele İstanbul'a ilk girme şerefinin kime ait olacağıdır: İngiltere'nin mi, Fransa'nın mı?”
Ve Churchill, donanmayı Çanakkale'ye gönderdiği andan itibaren yaptığı bütün konuşmalarda aynı hayali seslendiriyor: “Çanakkale mutlaka geçilmelidir, geçilecektir. Osmanlı Devleti mutlaka bertaraf edilmelidir, edilecektir!” Bu amaçla son büyük saldırısını gerçekleştirmek için hazırlanıyor. Aynı günlerde Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, subaylarını çadırında toplamış, şöyle konuşuyor: “Silah arkadaşlarım! Biz, düşmanın toplarına ve zırhlılarına karşı imanımızla çıkacağız. Şarapnellere ve mermilere göğsümüzü siper edeceğiz. Ve bütün dünyaya Çanakkale Geçilmez sözünü bir darb-ı mesel gibi söyleteceğiz.”
Avrupa bayram yeri gibi... Başkentler süslenmiş, tarihi kiliseler silinip süpürülerek zafer âyinine hazırlanmıştır. 18 Mart 1915 akşamına kadar bu hava sürüyor. Tekmil Avrupa zafer müjdesi bekliyor.
Nihayet 18 Mart... Mehmed Akif’in “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ” dediği kuvvetler karadan ve denizden saldırıya kalkıyor. Çanakkale sırtları denizden, havadan ve karadan atılan bombalarla bir anda cehenneme dönmüştür.
Bu saldırılar bir kısmı çocuk yaşta, bir kısmı yedeksubay ikiyüz elli bin (üçyüz altmış bine kadar çıkan hesaplar var) şehide mal olacaktır, ama Çanakkale buna rağmen geçilemeyecektir.
NOT: 18 Mart Çarşamba günü (bugün) Antalya/ Kepez’de saat 20.30’da, Yenimahalle Semt Evi Salonunda “Çanakkale Zaferi’nden Günümüze Yansımalar” konulu bir konferans vereceğim. Hepiniz davetlisiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.