Namaz Kıldığı İçin Ordudan Atılmış!
Yeni Şafak gazetesi, Deniz Kuvvetleri eski komutanı Salim Dervişoğlu ile yapılan bir röportajı yayınladı. Amiral Dervişoğlu, bir deniz subayı olan edebiyatçı İskender Pala'nın ordudan niçin atıldığını şöyle anlatıyor:
Soru: Dr. İskender Pala'yı tanırsınız...
Evet, benim emrimde çalıştı. Bizim camiamızda yetişmiş çok nadir insanlardan biriydi. Müzede (Deniz Müzesi'ni kastediyor) yaptıkları hiçbir zaman unutulmayacak şeylerdir. Osmanlıca dökümanları okuyacak adamımız yoktu, hepsini okuyup tasnif etti, yetenekleriyle müzenin arşivini bugünkü hale getirdi.
Soru: Bu kadar yetenekli birini neden attınız?
Biz kişinin kendine ait zamanda yaptıklarına karışmayız ama makamında namaz kılmak bizde kabul edilebilir bir şey değil...
Soru: Kendisini hiç ikaz ettiniz mi?
Hayır. Konu bana gelene kadar bulunduğu sicil kumandanının dosyasına yazdığı şeyler vardı. Pala meslek itibariyla gayet değerli bir subaydı, demek ki, uyum sorunu olmuş.
Salim Derviş Paşa'nın itirafına Osmanlıcada "intak-ı hak" denilir, yani Allah söyletmiş...
Evet son yirmi küsur yıl içinde ordumuzdan nice değerli subay ve astsubay, sırf namaz kıldıkları için atılmışlardır. Hem de nasıl atılmak. Hiçbir hakları geçerli olmamak şartıyla.
Düşünebiliyor musunuz, bir ordu mensubu yıllarca hizmet ve emek verdiği ocağından atılıyor. Ya orta yaşlıdır, yahut oldukça yaşlanmıştır. Hiçbir hakkı hukuku tanımıyor. Bir anda sudan çıkmış balığa dönüyor. Yeni bir hayat kurması imkânsız denecek derecede zordur. Kendisi, çoluk çocuğu nasıl geçinecek? Bütün hakları yanmıştır...
Suçu nedir? Namaz kılmak. Ceza hukukunun evrensel bir prensibi vardır: Kanunsuz suç ve ceza olmaz.
Hangi kanunda namaz kılmanın, dindar olmanın suç olduğu yazılıdır? Böyle bir kanun maddesi yoktur.
İşinden çıkarılan, atılan sivil bir memurun, bir bürokratın mahkemeye müracaat hakkı vardır. Namaz kıldıkları için ordudan atılan subaylara böyle bir hak tanınmamıştır. Atılma kararı kesindir, hiçbir şekilde itiraz edilemez.
Makamında, bürosunda namaz kılıyormuş... Bundan daha tabiî ne olabilir? Dünyanın hangi medenî, demokrat, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, evrensel insan haklarına bağlı ve saygılı ülkesinde, vazife saatlerinde ibadet etmek yasaktır? Hiçbirinde...
Benim gençliğimde, 1950'li yıllarda subaylar kışlada, büroda serbestçe seccadelerini sererek veya birliğin mescidine giderek namaz kılabiliyorlardı. Camilerde cemaat içinde başları takkeli üniformalı subaylar görmek mümkündü.
1950'li yıllarda ordu, İlahiyat fakültelerinde subay okutuyordu. Bunlar birliklerde din öğretmeni, moral subayı olarak hizmet görüyorlardı.
Sonradan neler oldu da namaz kılmak, subaylıktan atılmayı gerektirecek kadar çok ağır ve vahim bir suç oldu?
İskender Pala gibi çok çalışkan, çok başarılı, çok hizmet vermiş, Deniz Müzesi'ni ihya etmiş bir subayı atmadan önce çağırıp, savunmasını bile almamışlar.Savunma hakkı kutsal değil midir?
Dervişoğlu Paşa "Biz kişinin kendi zamanında yaptığı şeylere karışmayız..." buyurmuş. Onun için böyle olabilir ama maalesef dindar, musalli (namaz kılan) subayların özel hayatlarına, evlerine bile karışılmaktadır.
Hangi subay dindardır, namaz kılmaktadır diye araştırmak için casuslar gönderildiğini duydum.
Bir subayın hanımının başının örtülü olup olmaması onun bileceği, onun özel hayatıyla ilgili bir şey değil midir? Lakin buna da karışılmıştır.
Namaz kıldığı için ordudan atılan bir subayın yargıya müracaat hakkının olmaması büyük bir zulüm değil midir?
Benim subay dostlarım ve tanıdıklarım vardı, kendilerine haber göndermiş ve ziyaretime gelmemelerini rica etmiştim. Çünkü ziyaretleri öğrenilirse ordudan atılacaklar, hayatları kararacaktı.
On sene kadar oluyor, bir telefon geldi, "Sultanahmet'teyim ziyaretinize gelebilir miyim?.." Eyvah, bu bir subay dostum. Hık mık ettim (telefonlar dinleniyor...), gelme demedim ama gel de diyemedim... Anlamadı, geldi ve birkaç ay sonra ordudan atıldı. Kendisi son derece çalışkan, başarılı, faziletli, bir yığın ödül ve aferin almış, ahlâk ve karakterce hiçbir lekesi olmayan tertemiz, pırıl pırıl bir kimseydi, yazık oldu.
Namaz kıldıkları için ordudan atılan dindar subaylardan bazısına belediyeler, başka kurumlar iş verdi. Maalesef buna da itiraz edildi, "onlara iş vermeyin, onları atın" diye baskılar yapıldı.
Ya Rabbi! Bunlar ne acı şeyler, ne saçma işler, ne büyük haksızlıklar.
Bu memleketin hali ne olacak?
Kısa Kısa
* Vatandaş küçük iş âletleri satan bir dükkana gitti, "Bir matkap almak istiyorum" dedi. Satıcı "Darbeli mi olsun, darbesiz mi" diye sordu. Vatandaş o anda kendini kaybetti, gözleri yuvalarından fırlarcasına büyüdü, rengi kızardı, heyecanlı bir sesle "Darbesiz olsun darbesiz... Lânet olsun darbelere ve darbecilere.." diye bağırıverdi.
* Kömürünü, çamaşır makinesini, buzdolabını, erzak paketini, harçlığını aldı ve oyunu başka partiye verdi... Bu kimse nankör müdür, vefasız mıdır?
* Bir insafsıza: Bendenizi Ezan'a karşı olmakla suçlamışsınız. Bir Müslüman Ezan'a karşı olabilir mi? Ben Ezan'a değil, avaz avaz bağırtılan korkunç hoparlörlere karşıyım.
* Az gelirli olup geçim sıkıntısı çeken bir karı kocaya:İslâm'ın kanaat felsefesi ve kültürü nedir öğrenin ve hayatınıza uygulayın. Mesela yemek mönünüz şöyle olsun: Yeşil mercimek yemeği, bulgur pilavı, kuru erik hoşafı. Dar gelirli, küçük bir bütçeyle bu şekilde geçinebilir ve iyi beslenebilirsiniz. "Zenginler lüks ve pahalı şeyleri yiyor, ben de yiyeceğim, yiyemezsem kahrımdan geberirim..." diyorsanız o sizin bileceğiniz bir iş.Monla-yı Rûm hazret-i Mevlâna Celalüddin Efendimizin bir menkıbesini anlatayım: Vekilharcına sorarmış, "Bugün evde ne var?" Vekilharç "Hiçbir şey yok, kiler tamtakır, mutfakta tencere kaynamıyor" cevabını verirse "Oh çok şükür bugün evim Peygamber evine benzedi" buyururlarmış. Vekilharç "Kiler dolu, mutfakta tencereler kaynıyor" cevabını verirse "Eyvah!.. Evim Firavun evine döndü..." diye hayıflanırlarmış. Peygamberimiz "Kanaat tükenmez bir hazinedir" buyurmuşlardır. Kanaatli yaşarsanız az gelir bereketlenir çoğalır. Bu bir sırdır, basireti bağlılar anlayamaz.
* Haram yiyicinin serveti aritmetik dizi arttıkça, kazanç şehveti, ihtirası, kuduzluğu geometrik dizi ile artar. Bu hal geberinceye kadar sürer.
* O kadınlar fahişe değildirler ama fahişeler gibi giyinir, fahişeler gibi konuşur, fahişeler gibi kahkaha kopartır; ne garip kadınlardır bunlar.
* Çocuğun zekâsı süperdi, test yaptırdılar, IQ'su 130 çıktı. Tevhid-i Tedrisat okuluna verdiler, beş sene sonra zekâsını yine ölçtürdüler rapor çok kötü çıktı, psikolog "Oğlunuz maalesef geri zekâlı olmuş" dedi. Zavallı anne baba, niçin böyle olduğunu bir türlü anlayamadılar.
* Ölmüşlerle yaşayanlar arasındaki fark nedir: Birincilerin ölüm tarihleri bellidir, ikincilerin henüz belli değildir.
* Bay Türedi lüks lokantaya gitti, bir buçuk porsiyon yoğurtlu İskender kebabı istedi. Garson ne içersiniz diye sordu, ayran getir dedi. Haaa, yoğurt ve cacık getirmeyi de unutma. Garson gayet kibarca sordu: Hayderî de getireyim mi?