Hazreti Peygamber’in ibadet hayatı
Hz. Peygamber (SAV) önce beşer, sonra peygamberdir. Onun insan olma yönü peygamberliğinden önce gelir. Bu hususu kelime-i şehadetten de kolayca anlamak mümkündür. “Tanıklık ederim ki, Allah’tan başka tapılacak bir ilah yoktur, yine tanıklık ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” Esasen Müslümanlığa bu anahtar cümle ile girilir.
Bu cümlede Hz. Peygamber’in, Allah’ın kulu olmasını Allah’ın elçisi olmasından önceye alan Yüce Allah insanlığa çok derin, ince ve anlamlı bir mesaj vermektedir.
Yani sakın yanlış yapmayın; bundan önce bozulmuş eski bazı dinlerde yer aldığı gibi, peygamberinize ilahlık izafe etmeyin; peygamberin sizin gibi bir kul olduğunu bilin ve bunu asla unutmayın; dolayısıyla Peygambere değil Allah’a tapın. Peygamber ise sadece Allah ile kulları arasında bir elçidir; o size evrensel mesajlar getirmiştir. Bu mesajlar sizin için çok önemlidir, kutsaldır, fakat peygamberin varlığı fanidir.
Ona fanilik dışında bir özellik atfetmeyin. Peygamber diğer insanlar gibi doğmuştur, bir insan gibi yaşamıştır, görevini yerine getirip ömrü sona erince vefat etmiş, Allah’a kavuşmuştur. Bize getirdiği kitap çok önemlidir. O kitabı okuyup doğru yolda yürümeye ve doğru işler yaparak, dosdoğru bir insan olarak yaşamaya çalışın.
Kelime-i Şahadette bize esas kimliği tanıtılan Hz. Peygamber’in günlük işlerini nasıl yürüttüğünü, 24 saatinin nasıl geçtiğini ayrıntıları ile bilmemiz gerekir. Bunu sağlam bilgi veren kaynaklardan istifade etmek suretiyle hurafelerden arındırılmış bilgilere dayalı olarak bilmemiz gerekir. Onun hakkında yalan yanlış birçok bilgiler de uydurulmuş ve o, sanki sofi biri imiş gibi tanıtılmaya çalışılmıştır; halen de böyle tanıtılmaya çalışılmaktadır. İşin doğrusu hadis, siyer ve İslam tarihi kaynaklarında bulunmaktadır.
Bir insan olarak tanımadan, Hz. Peygamber’i peygamber olarak tanımak da mümkün değildir. İnsani yönü ile beşeri yönünü bir birine karıştırmamak gerekir. Bu yönleri karıştıranlar dini de karıştırmış olurlar. İnsanların din hayatı karman çorman olur.
Hz. Peygamber’i bir insan olarak ele aldığımız zaman onun için şunları söyleyebiliriz: O da bir insandı, fakat diğer insanlar gibi değildi. Nitekim İmam Muhammed-i Busîrî hazretleri Kaside-i Bür’e’sinde şöyle diyor: “Muhammed bir insandır, fakat diğer insanlar gibi değil; Muhammed iki dünyanın efendisi olan bir zattır; Onun hakkındaki nihai bilgi şudur: O bir insandır, fakat bütün yaratıkların en hayırlısıdır; O’nun mübarek zatına dilediğin kadar şeref nispet et, dilediğin kadar büyüklük izafe et.”
Hz. Peygamber, Allah’ın emir ve talimatları karşısında diğer insanlardan farklı değildi. Hak ve sorumluluklar bakımından da insanlarla arasında bir fark yoktu. Sadece ona özel bazı işler ve davranışlar vardı ki, bunlar da onu beşer üstü kılmazlar. Belki beşeri yönünün görüntüsüdürler. O’nun yeme-içmesi, aile hayatı, oturup kalkması diğer insanlar gibi idi. Tabiri caiz ise Allah tarafından getirdiği kanunlar karşısında diğer insanlarla eşit idi. Diğer kullar da Allah’a itaat ediyorlar, Hz. Peygamber de Allah’a itaat ediyordu. Hatta bazı alanlarda Allah Teâlâ kendisine kısıtlama getirmişti. Sadakanın ona haram kılınması bunun örneğidir.
Sadaka kavramı İslam devletinde tüm vergileri de içine alan geniş bir kavramdır. Topladığı vergiler zekât ve öşürlerdi. Bunlardan kendisine bir pay ayrılmamıştı. Topladığı sadakalardan pay almak ona helal değildi. Bunun anlamı şudur: Hz. Peygamber (SAV) insanlara hidayet için, kılavuzluk etmek için gönderilmiştir. O’nun görevi dünyalık bir menfaatle karşılık bulmamıştı. O, sadece Allah rızası için görev yapmıştır. Eğer sadakadan pay almak ona helal kılınsaydı, o takdirde yığınla servet edinmesi ve toplumu sömürmesi, dolayısıyla saraylarda yaşamaya meyletmesi söz konusu olurdu. Ayrıca hasımları da ona bu kapıdan hücum ederlerdi. İşte bu şekilde o kapı ona kapatılmış oldu.
Sadece kendisine değil, aile fertlerine de sadaka helal değildi. Bunun günümüzdeki anlamı şudur: Din veya devlet hizmeti ifa eden kimselerin hem kendileri hem de aile fertlerinin tertemiz kalabilmesi için, amme malından uzak durmaları, bu maldan yararlanmamaları gerekir. Çağdaş siyaset adamları ile din adamlarının bundan alacakları çok önemli mesaj vardır.
Hz. Peygamber (SAV), getirdiği hak din ile ruhbanlığı kaldırmış, kendi geçimini kendi emeği ile kazanarak Allah yolunda hizmet etme yolunu açmıştır. Onun günlük hayatına göz attığımız zaman şunu görürüz: Gecenin son üçte birinde kalkıp iki, dört ve en çok sekiz rekât teheccüd namazı kılardı. Teheccüd namazını Ramazan ayında en çok sekiz olarak kılmıştır. Teheccüd namazının sonunu tek bir rekâtla bitirirdi. İşte buna vitir denilmektedir. Teheccüd namazından sonra bir müddet yaslanarak dinlenir, sonra ezan okununca kalkıp iki rekât sabah namazının sünnetini kılardı. Ancak vitir namazın ona mahsus bir namaz olduğunu, ümmetinin bununla yükümlü olmadığını hatırdan uzak tutmamak gerekir.
Hz. Peygamber (SAV) namazdan sonra yatmaz, belki güneş doğuncaya kadar bekler, sonra yemeğini yer ve yemekten sonra kuşluk vaktine kadar ülkenin her tarafından gelen heyetleri kabul eder, onların soracakları sorulara cevap verir, sorunlarını çözer, ihtiyaçlarını giderirdi. Sonra öğle vakti girince namazını cemaatle kılar ve namazdan sonra bir müddet kaylule uykusu uyuyarak dinlenirdi. Dinlenmek onun da ihtiyacı idi. Çünkü o bir insandı.
Daha sonra yine kalkar din ve devlet işlerinin yürütülmesi için meşgul olurdu. İkindi namazını güneşin hararetinin söndüğü bir zamanda akşama doğru kılar, sonra yine işlerine dönerdi. Akşam vakti olunca da namazını kılar, yemek yer ve bir müddet sonra yatsı namazını kılardı. Boş vakit bulunca hastaları ziyaret eder, vefat edenlerden çok azının cenazesine katılabiliyordu.
Hadis kaynaklarına müracaat ettiğimiz zaman, Hz. Peygamber (SAV)’in ibadet hayatı, sanıldığı gibi gece kaim gündüz saim derecesinde değildi. Pazartesi, Perşembe günleri, her ayın 14,15,16. günleri ve Âşura günleri ile Ramazan ayında oruç tutardı. Recep ve Şaban aylarının tamamında oruç tuttuğu bilinmemektedir.
Peygamberliğinden sonraki hayatında, sadece bir defa hac yapmıştır. Hac dışındı onun bir de umre yaptığını biliyoruz. Onun ibadet hayatını öğrenmek isteyenler kaynaklarda bunları göreceklerdir. Geri kalan zamanını dünya işlerine ayırmıştı.
O, terk-i dünya eden biri değil, belki dünya ve âhiret için nasıl çalışılacağının örneklerini vermişti. O, kendini bütünü ile dine vererek dünya işlerini dünya adamlarına, din işlerini kendisine ayırmış biri değildi. Ümmetini dünya işlerinde çalıştırıp kendisinin geçindirilmesi için kullanmamış, belki kendi rızkını bizzat çalışarak kendisi temin etmiştir.
Bu gün kendini dine veren bazı kesimlerde olduğu gibi, müritler çalışıp kazanacak, efendi hazretlerinin geçimini sağlayacak ve onun emrettiği gibi kullanacakları ortama asla izin vermemiştir. Bunun adı işte ruhbanlıktır.
Ruhbanlar toplumu kurtarmak için Allah ile kul arasında aracılık yaparlar, toplum da rahipleri ve din adamlarının geçimini sağlarlar. Kilise, manastır ve mağaralarda yaşayan rahiplerin geçimini diğer insanlar sağlarlar. İslam bu yolu kapatmıştır.
Hz. Peygamber (SAV), hayata “Dinde ruhbanlık yoktur” ilkesini getirmiştir. Herkes dünyaya çalışarak geçimini bizzat sağlayacak, kimse kimsenin emeği ile geçinmeyecek, kimse kimseyi sömürmeyecek, din hizmeti de sadece Allah rızası için yapılacaktır.
Hz. Peygamber (SAV)’in günlük hayatında vaktinin çoğunu dünyamızla ilgili işlere ayırdığı görülmektedir. Onun ibadetlere ayırdığı zaman dünya işlerine oranla çok azdır. Yirmi dört saatin ancak bir-bir buçuk saatlik kısmını ibadetler için kullanmış gerisini dünya işlerine çalışmak ve dinlenmek için ayırmıştır. Bu durum dinimizde ruhbanlık olmadığını, herkesin hem dünya hayatı için hem de âhiret için lazım olan çalışmaları bizzat yapması gerektiği mesajını bize veriyor.
Hıristiyanlıkta olduğu gibi, İslam’da bazı kimselerin kendilerini dünyadan soyutlayarak âhiret için çalışması, diğer insanların da onlar için çalışması şeklinde bir ilke yahut bir anlayış söz konusu değildir. Herkese görev düşmektedir. Hiç kimsenin varlığı kutsal değildir.
Dünyacılar ve ahretçiler diye insanları ikiye ayırmak mümkün değildir. Dünya hayatı da Allah’ın âhiret hayatı da Allah’ındır. Her ikisi için iyi niyetle yapılan çalışmalar Allah katında ibadet olarak değerlendirilmiştir.
Bu sebeple hiçbir Müslüman, yürüttüğü güzel faaliyetlerde kendisini dinin dışında bir yerde kabul etmemeli, belki daima Allah ile beraber hissetmelidir. Sevgili Peygamberimizin ibadet hayatı ile günlük hayatından bize yansıyan mesaj budur.
Not: Bize görüş bildirmek, soru sormak ve yorum yazmak isteyenler için yeni açılan WEB sayfamızın adresini yazmak istiyorum. (WWW.yunusvehbiyavuz.com) e-mail: ([email protected])
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.