Manevi rantçılık
Rant iki kısma ayrılır: Maddi rant, manevî rant. Maddi rant elde etmenin meşru yolları vardır: Sanat, ticaret, ziraat, memurluk, işçilik.
Manevî rant: Dinî amellerden elde edilen sevaplar, ulaşılan hazlar ve dünyevî alanda kazanılan mertebelerdir. Mertebeler de, dünyevî mertebe ve uhrevî mertebe olmak üzere iki kısımda mütalâa edilebilir.
Dinî alanda tek rant yolu vardır o da Allah rızasıdır. Bu noktada söylenecek çok söz vardır. İslam’a ve topluma hizmet yolunda koşan herkes, belki yaptığı işin ihlâsa dayalı olduğunu, sadece Allah rızası için yapıldığını iddia eder ve etmelidir.
Ancak, başlangıçta ihlâs ile yola çıkıp zamanla ihlâsın yerine rantın yerleştiği şahıslar yahut kuruluşlar kendilerini sıkı bir kontrolden geçirmelidirler. İnsan fakir iken dindar olur, israflı ve lüks hayattan sakınabilir. Bunu yapmak kolay, bir bakıma da zaruridir. Fakat zengin olup kazandığı ve harcadığı paranın hesabını bilemez duruma gelince, israf ve lüks sınavından sınıfta kalabilir.
Hatırdan çıkarmamak gerekir ki, manevî rant da maddî rant kadar tehlike taşır. Özellikle dinî hizmetler noktasında ve mânevi alanda bu durum, son zamanlarda kendini göstermektedir. Allah rızası dışında, herhangi bir rant tanımayan kişi ya da kuruluşlara daha çok ihtiyaç vardır. Bir hizmet kuruluşu, manevi rantların sadece kendilerine ait olmasını isterse, acaba ihlâsı kazanmış olur mu? Yahut şöyle de diyebiliriz: İhlas sadece bir kuruluşa yahut bir şahsa mı mahsustur? Bütün Müslümanlar bir kuruluş etrafında mı toplanmalıdır?
Hiçbir topluluk ya da hizmet kuruluşu, düşünce planında manevi rantiyeciliği kabul etmez. Fakat, vakıaya bakınca, durumun iddiaya uymadığı görülür. Mânevi rantçılığın belirtileri vardır: Dinî hizmetler sadece bizim elimizden geçmeli; dini anlatma, vaaz, irşat, nasihat ve benzer faaliyetler sadece bizim tarafımızdan ve bizim kontrolümüzde verilmelidir. Bunun bir anlamı şudur:
Günlük hayatımızda yer alan iki çeşit Müslüman tiplerine işaret etmek istiyoruz. Maksadımız kimseyi kötülemek değildir. Belki gerçek ihlâsa ulaşmanın yollarını aramak ve engelleri kaldırmaktır. Kimin hoşuna gitmezse almayabilir. Gerçek İslam âlimlerinin hizmet ve kulluk tutumları şöyle idi:
Ben yok, biz varız. Benim değil, senin olsun. Ben üstün değilim, sen benden üstünsün. Ben kulların en zayıfıyım. Ben kulların en hakiriyim. Ben kötüyüm, sen daha iyisin. Ben gerçek takva sahibi değilim, sen benden daha çok takva sahibisin. Ben âbid değilim, sen daha çok abidsin. Ben değil sen daha müreffeh yaşa. Bu öğrenciyi ben değil sen okut. Ben geride kalayım, önce sen kurtul. Ben hidayetteyim, fakat sen benden daha çok hidayettesin. Ben kusurluyum, sen kusursuz kâmilsin. Bütün sevaplar, manevi makamlar, mertebeler, hizmetler, dünyevi ve uhrevi değerler senin olsun. Ben günahkârım, sen tertemizsin. Ben zayıfım, sen güçlüsün. Ben başarmadım, Allah beni başarıya ulaştırdı. Sen benden daha başarılısın. Ben hizmet edemedim, esas hizmet senin yaptığındır. Benim yazdığım kitap değer taşımaz, senin yazdıkların değerlidir. Bunun örneklerini daha da çoğaltmak mümkündür.
Buna karşılık, günümüzde dinî alanda ortaya çıkan kulluk ve hizmet görüntüsü, yarıştan çok YERİŞ tarzında gerçekleşme temayülü göstermektedir. Buna bazı örnekler:
En doğruyu, en güzeli ancak ben yaparım, benden başkası yaparsa yanlış yapar, eksik yapar. En faydalı hizmet benim yaptığım hizmettir, başkasının yaptığı hizmet bir değer taşımaz. En faydalı hayır benim elimle yapılandır, başkalarının eli ile yapılanlar fazla bir işe yaramaz. İhlâs bana mahsustur, benden ötesi ihlâs sahibi değildir. Bütün sevaplar benim olsun.
Bütün hizmetleri ancak ben yaparım. Din adına her şeyin en iyisini ve en doğrusunu ben bilirim. Benim meşrebim, benim meslekim, benim tarikatım, benim metodum, benim düşüncem en doğrusudur. Ben yanılmam; hep doğruları yaparım, doğruları söylerim. Ben ve benim gibiler yaşamalı, ayakta durmalı. Beni tenkit edersen sana küserim. Ben hep övülmeliyim. Ben tenkit edilmemeliyim. Benim sesim duyulsun, beni benimseyenlerin sesi işitilsin. Cennet benim hakkımdır. Ben hidayetteyim, başkaları dalalettedir. Ben bilirim, başkaları bilmez. Benim düşüncelerim yayılsın, başkalarının düşünceleri örtülsün, batsın. Manevi mertebeler hep benim olsun, başkaları ne olursa olsun. Her yerde her zaman ben konuşayım, başkaları dinlesin, sussun. Sevaplar ve manevi kazançlar hep benim olsun. Doğru bilgi benim bildiğimdir. Başkasının bilgisi hevestir. Bütün öğrenciler benim sadece öğrencim olsun. İnsanlar bana mensup olsun. Ben cennetlik, başkaları cehennemliktir.
Bu gidişle hizmette manevî rant düşüncesi, tekelciliğe sebep olabilir. Tevazu yerini tekebbüre bırakabilir. Fikirde tekelcilik, hizmette tekelcilik, Müslümanların geleceği açısından son derece tehlikelidir. Fikrin donmasına ve toplumun fukaralaşmasına sebep olur. Bizim müşahedelerimize göre, zaman içinde maddî rantı da içine almış bulunan manevî rantçılık, tehlike işaretleri vermektedir. Bundan, manevi rant derebeyliği doğma tehlikesi vardır. Maddî rantçılıkta nasıl ki toplumda rantların belli ellerde toplanması sonucunda vahşi kapitalizm doğuyorsa, manevî rantçılıkta da aynı tehlike söz konusudur.
Cemaatler ve tüm hizmet kuruluşları, ihlâs noktasında kendilerini sorguya çekmeli; manevî rantçılıktan sakınmalı, sadece kendi mensuplarını değil, başkalarını da sevebilmeli, sadece zenginleri değil fakir Müslümanları da çok sevebilmeli, bütün Müslümanları kardeşliğe dâhil ederek hizmette tek vücud gibi olmalı; tekelcilikten uzak durmalıdırlar. Müslümanların hayatında en tehlikeli hastalık gizli “Ben”nin devreye girmesidir. Tevazu iddia ile değil davranış ile gösterilir.
İhlas noktasında, her şahıs, cemaat yahut kuruluşun kendini titiz bir şekilde testten geçirmesi gerekir. Herkes, tarafsız kitlenin ya da kamuoyunun tenkit süzgecinden geçirerek kendini ihlâs testine tabi tutmalıdır. Yöneltilen tenkitler varsa bunları ganimet bilerek dikkate almalıdır. Sadece kendisi gibi düşünenlerin yahut aynı meşrebe sahip olanların değerlendirmesi muteber olmaz, belki zıt düşünenlerin ve farklı meşreplerin katılacağı testler ya da kamuoyu araştırmaları yapılmalıdır.
Aksi takdirde, hatalar varsa ileride düzeltilemez noktaya varabilir. Bizim görevimiz dünya hayatında iken bu testten geçerek hataların düzeltilmesine katkı sağlamaktır. Özellikle dinî topluluklarda lider ve önder kadroların bu konuya eğilmesi ve mânevi rantçılıktan sakındırması gerekir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.