Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Din 'dogma' ise, 'Anayasa'nın 4. maddesi' ne?

Din 'dogma' ise, 'Anayasa'nın 4. maddesi' ne?

"Başörtüsüne çözüm" konusundaki çabalar sona doğru yaklaştıkça, "Bremen Mızıkacıları" da seslerini yükseltmeye başladı... "Baykal'ın düğmeye basması" üzerine, "nöbetçi kulübeleri"nden fırlayan "eylemciler" de, "söylemciler" de "görev"lerini icra etmeye başladılar...
İzmir'de "Halkın Kurtuluş Partisi" mensupları, Ankara ve İstanbul'da ise bazı "rektör"ler "demeç bombardımanı"na başladılar... Ankara'da "üniversite öğretim üyeleri" CHP ve AK Parti'yi ziyaret edip; "Başörtüsü ile ilgili rahatsızlıklarını" dile getirip, "İktidarın hedefi laik toplumsal düzen" derlerken, İstanbul üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak da; "Türban, aslında bir din sorunu değildir... Ayrıca bizler de başka bir dinin mensupları değiliz" diyerek "fetva"lar vermeye başladı... Benim asıl garibime giden ve dikkatimi çeken gelişme ise, "Ankara Barosu Başkanı"nın çıkışı oldu...
Daha önceleri, zaman zaman "akıllı-uslu" açıklamalarıyla tanıdığım Baro Başkanı Vedat Ahsen Coşar, Ankara'daki bir sempozyumda demiş ki;
"Gelişmek isteyen toplumlar, yeniliğe de açık olmalıdır... Eskiye özlem duyan toplumlarda icat çıkmaz!.. Bu toplumlarda hafızlar, mucitlerden önce gelir!"
İşte bu söz, hayli ilginç geldi bana... Bu sözü söyleyen bir adam; "içinden çıktığı kabuğu beğenmeyen civciv veya kestane" gibidir ki, aslında üzerinde durmaya değmez!..
Ne var ki; "icat, hafız, mucit" kelimelerini sık sık kullanıp, "din"lerin bir "dogma"dan ibaret olduğunu iddia edenlere cevap vermek, artık vacip oldu.
çünkü; Vedat Ahsen Coşar gibiler; "Eskiye özlem duyan toplumlarda icat çıkmaz... Bu toplumlarda hafızlar, mucitlerden önce gelir" gibi bir "iftira" savururken, Prof. Celal Şengör gibi; "komutan"lardan gelen her telefonda "hazırol"a geçen "bilim"(!) adamları da; "Din, belirli dogmalar çerçevesinde kurulmuştur ve yanılmaz olduğu iddia edilen bir veya birkaç tanrının vahiyleri olan dogmalarından vazgeçemez!" diyerek; hem "din"e, hem de "dindar"lara duyduğu düşmanlığı kusmaya devam etmektedir!..

ANAYASA'NIN "DEĞİŞTİRİLEMEZ" MADDELERİ
Dedim ya, bunlara cevap vermek vacip oldu.
önce, şu "dogma" iddialarına cevap vereyim ve çok uzaklardan değil, savundukları Anayasa'dan örnek göstereyim.
Anayasa'nın "4. madde"si der ki;
"Anayasa'nın birinci maddesindeki Devlet'in şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile ikinci maddesindeki Cumhuriyet'in nitelikleri ve üçüncü maddesinin hükümleri DEĞİŞTİRİLEMEZ, DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ!"
Düşünebiliyor musunuz;
Ortada, "insan eliyle yazılmış" bir Anayasa var ve oradaki hükümler öylesine "koruma" altına alınmış, öylesine "dokunulmazlık" zırhına büründürülmüş ki; "değiştirilemez" deniliyor!..
Ve ekleniyor:
"Değiştirilmesi teklif dahi edilemez!"
Hayır, "değiştirilmeli" veya "değiştirilmemeli" mevzusunu tartışmıyorum!
Benim sorum şu:
"İnsan eliyle yazılmış bir Anayasa"da böyle bir hükmün yer alması, bir "dogma" değil midir?..
Evet, sorarım;
"Değiştirilemez!.. Değiştirilmesi teklif dahi edilemez!" denilen "madde"ler de bir "tabu", bir "dogma" değil midir?
öyle ya;
"Değiştirilemez" demek, "dokunamazsınız" demektir!.. "Değiştirilmesi teklif dahi edilemez" demek, bu Anayasa’nın "tabu" olduğunu gösterir!..
Peki; bunun, “akıl” neresinde, “mantık” neresinde, "bilim" neresinde?
Ortada böyle bir vakıa varken, kalkıp da "din"e dil uzatmak; "Allah'ın buyrukları"nın "dogma" olduğunu iddia etmek, en hafif tabiriyle bir "din düşmanlığı"dır!..
Hem; "Biz de İslâm dininin mensuplarıyız" diyeceksin, hem de o dinin emir ve yasaklarının "dogma" olduğunu iddia edeceksin!..
Hem "dogma"lara karşı savaşacaksın, hem de "değiştirilemez" hükmüne boyun eğeceksin!..
Bu ne perhiz, bu ne turşu?..
Bu ne çelişki?..

MüSLüMANLAR, MEDENİYETİN TEMSİLCİLERİ
Bunu, böylece özetledikten sonra, gelelim şu "Eskiye özlem duyan toplumlarda icat çıkmaz. Bu toplumlarda hafızlar, mucitlerden önce gelir" iddiasına!..
Hemen söyleyeyim; bunu söyleyen halt etmiş!..
"Batı’ya özlem" duyacağımıza keşke "eskiye özlem" duyabilsek!..
"Eski"lerde var olan "ilim ruhu"na keşke bugün de sahip olabilsek!..
"Batı’nın ahlâksızlıkları"nı ithal etmek yerine, keşke "İslâm ahlâkı"nı koruyabilseydik!.
çünkü, "eski"lerde, "ilim" vardı, "tefekkür" vardı, "araştırma" vardı, "keşif" vardı, "icat" vardı!..
Bakın, tarihçi L.A. Sedillot, 1854 yılında yazdığı Historie des Arabes adlı eserinde neler diyor:
¥ “Araplar; Ortaçağ’da medeniyetin yegâne temsilcisidirler... Kuzey milletlerinin işgali ile sarsılmış olan Avrupa’ya yayılan barbarlığı, geri çekilmeye onlar mecbur etmişlerdir.”
¥ “Araplar, Muhammed’in ölümünden (632) sonra bir ellerinde kılıç, bir ellerinde Kur’an, geniş bir istilâ hareketine giriştiler.... Girdikleri ülkelere; ilim, sanat, teknik ve medeniyet götürdüler.”
¥ “Bağdat’taki astronomi okulunun kurulması, kendisi de değerli bir astronomi bilgini olan 2. Abbasi Halifesi El Mansur (754-775) zamanına rastlar... Bu dönemde; antik nazariyeler yeniden gözden geçirilmiş, Pitoleme’nin birçok yanlışı tesbit edilmiş ve Yunanlıların plânçete tahtaları düzeltilmiştir... Yıl uzunluğunun kesin bir şekilde tesbiti, bu dönemde olmuştur.”
¥ “Bağdatlı bilginler; güneşteki lekeleri incelediler, güneş tutulmalarını gözlemlediler ve dünyanın yerinde durmadığı şüphesini ilk defa ortaya atarak, Copernic ve Kepler’in öncüleri oldular.”
¥ “Münevver bir hükümdar olan Selçuklu Sultanı Melikşah (1077-1092) astronomiye meraklı idi... Takvimin düzeltilmesini temin eden odur... Bu netice, Gregoryen devriminden tam 6 asır önce alınmıştır ve ondan çok daha sağlıklıdır.”
¥ “Aritmetik, geometri ve cebir Müslüman bilginlerinin keşiflerine büyük şeyler borçludur... Aritmetikte; bugün bile, hâlâ Arapların rakamlarını ve numaralama sistemlerini kullanıyoruz.”
¥ “Cebiri bulan; Muhammed bin Musa el Harizmi’dir....Onun “El Cebr v’el Muakala” isiml eseri Gerard de Cremon tarafından tercüme edilmiş ve Fransız okullarında okutulmuştur... El Harizmi ismi de, zaman içerisinde Algorithme haline sokulmuş, günümüzde ise Logaritma olarak anılmaktadır... Trigonometri’deki ilk ilerlemeleri El Batani’ye borçluyuz.”

KİMYA, MüSLüMANLARDAN öNCE YOKTU
ünlü bilginlerden A. de Homboldt da diyor ki:
¥ “Arapların; fizik ilminin hakiki kurucuları olarak kabul edilmeleri lâzımdır.”
¥ “Pusulayı çin’lilerin icat ettiği doğrudur... Fakat onu ilerleten ve gemi seferlerinde ilk defa kullanan Müslümanlardır... Avrupalılar, pusulanın kullanılmasını Müslümanlardan öğrendiler.”
¥ “Eğer; kimya ilmi, Araplardan önce mevcut değildi denilecek olursa, bu, hiç de mübalâğa olmaz.... Yunanlılar; altını eritme özelliğine sahip olan nitrik asit ve klorhidrik asit karışımından haberdar değillerdi... Bütün bunların hepsini Araplar keşfetti... Ayrıca; potas, amonyak tuzu, nitrat, darjan, süblime ve civanın üretim yollarını bulanlar da onlardı.... Kimyada kullanılan birçok terimin asılları Arapça’dan gelmektedir... Alkol, imbik, alkali ve eleksir kelimeleri bunların bir-iki örneğidir.”
¥ “Batılıların Rhazes adı ile tanıdıkları ünlü kimyacı, Ebu Bekir el Razi’den başkası değildir.”
¥ “Barut, pamuk, kâğıt, keten ve bez imalâtının mucidi Müslüman Araplardır... Barutun icadı; uzun zaman Roger Bacon ve Berthold Schwarz’a maledilmişti... Gustave le Bon’un da ifade ettiği gibi; barutun, mermileri sevk edici patlayıcı bir madde olarak kullanılması, dolayısıyla ateşli silahlar, sadece Arapların eseridir.”
“Kahveyi, kuşkonmazı ve enginarı Avrupa’ya tanıtıp yayanlar da Müslümanlardır... Leylâk, Japon gülü, yasemin, lâle ve kamelya da Müslümanlar eliyle Avrupa’ya gelmiştir.”

ORTAçAĞ, HIRİSTİYANLAR İçİN KARANLIK!
Tüm bunları yazmaktan amacım; elbette “mezar taşları” ile övünmek, hele hele bazılarının sıkıştığında yaptığı gibi, “Benim dedem de hocaydı, ninem hacıydı” deme ucuzculuğuna sığınmak değil.
Amacım; “ısrarla vurgulanmak istenen bir yanlışı” düzeltmek:
Ortaçağ;
Müslümanlar için değil, Hristiyan Avrupa için “karanlık” bir çağdı.
Ortaçağ; Müslümanların, hemen her sahada zirvede olduğu ve dünyaya ışık yaydığı çağdır.
Dolayısıyla; ikide bir “Ortaçağ karanlığı”ndan dem vurup, “dogma” diyerek İslâmiyet’e dil uzatmak isteyenler, aslında Müslümanlara değil, ağababaları olan ve bugün yolundan gittikleri Avrupa’ya çamur attıklarını bilmelidir!..
Şunu da bilmekte fayda var:
O gün öyleymiş de, bugün neden böyle?..
Ne diyor banka reklâmında;
“Buluşu bizimkiler yapiy, başkaları hazıra koniy, dâvâ burdan çıkiy!..”
Sahipsiz kalmış ve hele hele “gerici” diye horlanıp, “ilim”den koparılmak istenen insanların yaşadığı ülkeler, nasıl ilerlesin ki?..
Bir de; şunu unutmamak lâzım:
Müslümanlar “dinlerine sarıldıkça”, Hristiyanlar ise “dinlerinden uzaklaştıkça” ilerlemişlerdir.
Günümüz İslâm dünyasının “geri” kalmışlığının tek sebebi, ilk emri “oku” olan “din”lerinden uzaklaşmalarından/uzaklaştırılmalarından başka bir şey değildir.
Bunu da, en çok bilmesi gerekenler, dün “cüppe”leriyle meydanlara dökülen “öğretim üyeleri”dir!..
Son olarak, “dogma”cılara derim ki;
“Anayasa’nın 4. maddesinden n’aaaber?!?..”

-------------

Dekan'ın cevabı

Bana ulaşan bir "duyum"u veya "iddia"yı yansıtmak, benim görevim... Bu iddiaya "cevap" vermek de, muhatabının hakkı...
"Cevap hakkı"na saygımdan dolayı, Malatya İnönü üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Sezai Yılmaz'ın, yazıma gönderdiği cevabı, aynen aktarıyorum:
"Sayın Karakaya,
Tarafınızdan birkaç gün önce yazılan köşe yazısında, özetle Doç. Dr. Semih Sargın'ın, fakültemizde öğretim üyesi (Prof. Dr.) olmak için bazı zorlama ve baskı yöntemlerine başvurduğu ve bu nedenle de bazı dekanların istifa aşamasına geldiği ifade edilmiştir. Adı geçen Dr. Sargın, üniversitemiz tarafından açılan bir akademik kadroya, usulüne uygun olarak başvurusunu yapmıştır. Bu başvuru ile ilgili inceleme ve değerlendirme süreci devam etmektedir. Bu süreç esnasında, ilgili Fakültenin Dekanı olarak şahsıma herhangi bir baskı-zorlama-rica vb. girişimde bulunulmamıştır. Bu gibi bir nedenle istifa etmem veya istifayı düşünmem de söz konusu olmamıştır.
Saygılarımla."
Prof. Dr. Sezai YILMAZ
İnönü üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı/MALATYA
Evet, Sayın Dekan'ın cevabı böyle... O halde, bu "iddia" nereden ortaya çıktı?.. Malûm, "ateş olmayan yerden duman çıkmaz!"

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi