Ergenekon'un siyasî dili
Ergenekon’la bağlantılı olduğu ileri sürülen ve operasyon geçiren bir emekli albayın ‘Şizofren tetikçi bulun veya imal edin’ dediği ileri sürülüyor. Bu haberden sonra, nedense aklıma Danıştay Dâvâsı sanığı Alparslan Arslan’ın tutarsız açıklamaları düştü. Ardından Ergenekon Dâvâsında, Ergenekon liderleriyle olduğu varsayılan bağlantıları... Bu dâvâyla bağlantılı olarak, Ergenekon dâvâsı sanıklarından bazılarının, Susurluk kazasını haber verdikleri gündeme geldi ve bu meyanda aynı çevrelerin 28 Şubat sürecinde Ali Kalkancı’yı da ihbar ve ifşa ettiklerini öğrenmiş olduk. Bugünlerde tam da başörtüsü meselesi dallanıp budaklandı ve bir rejim krizine evrilmekte olduğu bir sırada Müslüm Gündüz’ün dışında sabıkan Alparslan Arslan’ın da avukatlığını yapmış olan Abdurrahman Sarıoğlu’nun Milliyet gazetesinde şaşırtıcı bir açıklaması yer aldı: “Tek başına, başörtüsü için yaptı...” Yani bu ortamda gerekirse başörtüsü için kan dökülebileceğini söylemiş oluyor. Acaba kime mesaj veriyor? Sarıoğlu’nu birçok tali meselelerden de tanıyoruz. Sözgelimi bir zamanlar Bursa Ulu Camii şadırvanında unuttuğu ve içinden müstehcen materyallerin çıktığı söylenen çantasından. Yine Kadıköy’de bir döviz bürosunda sebebiyet verdiği kargaşa veya arbededen.
Galiba ‘iyi saatte olsunlar’ eyleme geçti. üniversitelerde başörtüsü serbestîsi için düğmeye basılmasıyla birlikte, ‘zinde ve izinde güçler’ galiba tam mesaiye geçtiler. Bütün olağanüstü dönemlerde harekete ve eyleme geçen ‘uyuyan hücreler’, galiba bu devrede yeniden uyandılar. Zaten 5 yıldan beri uykularının hafiflemiş olduğu söyleniyor. Bu özgürlük meselesini püskürtmek istiyorlar. Bildik simalar ve isimler aynı kalıptan çıkma ifadeler kullanmaya başladılar. Yani koro oluşturuyorlar. Rejim tehdit ve tehlike altındaymış. Sözgelimi, olmadık 367 krizini başımıza saran Kanadoğlu yine işbaşında ve rejimin temel duruşunu yansıtan ve temsil eden anayasanın dibacesinin başörtüsü serbestîsine geçit vermeyeceğini savunuyor. Hatta referandumun bile çözüm olamayacağını ve “şeriat gelsin mi, şeklinde yapılabilecek bir referandum bu ilgili maddelerden dolayı geçersiz olur” görüşünü seslendiriyor ve ferdî ve kişisel bir özgürlüğü rejim değişikliği ile aynı hacimde göstermeye kalkıyor. İstanbul üniversitesi Senatosu da benzeri bir görüş belirtmiş. Hüseyin Hatemi Hoca da aslında benzeri odakların dibaceyi bahane ederek kanundışı yasağı sonuna kadar savunacaklarını ve serbestîye geçit vermeyeceklerini yazmıştı.
***
Bundan dolayı, meseleyi bağlamından çıkartarak karşı devrim veya darbe vasfına sokmaya çalışıyorlar. Darbe muhatapları, böylece darbeci olmuş oluyorlar. Böylece de muayyen mihrakları göreve çağırıyorlar. Yani durumdan vazife çıkartıyorlar. Aynen 28 Şubat sürecinde olduğu gibi. Ve şimdi AKP ile birlikte MHP’ye de yüklenmeye başladılar. İşin kötüsü, 28 Şubat sürecinde Mesut Yılmaz’ın imam hatiplerin orta okullarının kapatılmasını müjdelemek için soluğu Hacı Bektaş’ta aldığı gibi, CHP Lideri Baykal da bu yöndeki adımları şikâyet etmek ve mesaj vermek için Karacaahmet Cemevi’ni seçti. Bununla da kalmadı, orada başörtüsünün İslâm geleneğinde olmadığını ve bize Vehhabîlerden, Emevîlerden ve Abbasîlerden geçtiğini söyledi. Bu taifi, yani 312’lik bir söylem. Her açıdan yanlış. Emevîleri Abbasîler devirmedi mi? Ulema Emevîlere mesafeli dururken, Abbasîlere karşı biraz daha yakın durmuştur. Ama bu nisbî bir durumdur. Alevîlerle Abbasîler arasındaki tarihî meseleler ise günümüzü ilgilendirmez ve bağlamı kalmamıştır. Deniz Baykal ‘Arap’tan ithal üniforma’ diyerek başörtüsünü aşağılarken, ‘Yeni bir peygamber mi geldi?’ diyerek de akıl almaz bir şekilde yasağı Hazreti Peygamber’e dayandırmak istemiştir. Böyle politikacı ve böyle politikacılık olabilir mi? Bu açıklamalar karşısında ister istemez kulağımızda Menderes’in CHP ile ilgili sözleri yankılanıyor! CHP yine İsmet İnönü ile birlikte başlayan darbelerdeki söylemine dönmüştür. Hedefin Mustafa Kemal ve Türkiye Cumhuriyeti olduğunu ileri sürmüştür. Başörtüsünü serbest bırakma girişimini ‘karşı darbe’ olarak nitelendirmekten de çekinmemiştir.
***
Siyasetçilerle yarışan ilim adamları ve gazeteciler de var. Onlardan biri olan ve belki de tarihe ibretâmiz ve hakaretâmiz mektubuyla geçecek olan Celal Şengör’ün başörtüsüyle ilgili hükmü de şu: “Gamalı haç.”
Enis Berberoğlu da başörtüsünü Nazi üniformasıyla bir tutuyor. Eğer iddia edildiği gibi Ergenekon gibi örgütler darbecilerin ve darbeciliğin taşeronluğunu yapıyorsa, Baykal tipli siyasetçilerin veya bazı gazeteci veya bilim adamlarının sözleri, üslup ve dili de aynı zemini beslemiyor mu? Bunlar darbeye verbatim/sözel destek değil mi? Kim kime darbe yapıyor, sorusuna darbe süreçleri cevap vermedi mi? Maalesef, 28 Şubat sürecinden sonra günah çıkaranlar, şimdi o eski günahlarına yeniden döndüler. Kaldıkları yerden misyonlarını sürdürüyorlar. Bunların tövbesi de bu kadar...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.