Gerici profesörler
İsmet Berkan, dünkü Radikal'de köşesine aldığı Prof. Dr. Celal Şengör'ün mektubunu "vahim" başlığı ile vermiş. Ben "vahim" kelimesini durumu anlatmak için yetersiz buldum.
Bilimi bir din olarak anlayan 19. yüzyılın vülger materyalistlerinden biri karşınıza çıkmış, bilim ile İlahî dinler arasında kurduğu basit ve ilkel karşıtlığı anlatıyor. Bu ilkel karşıtlıktan kestirme bir yol açıp, başörtüsü yasağına geliyor. Bilim dini adına konuşuyor ve "Dinin dogmalarını reddeden bilim"i öğrenmek isteyen biri, "o dogmalara bağlı olma sembolü"nden (yani başörtüsünden) vazgeçmeden üniversite kapısından giremez" fetvası veriyor.
Başörtüsü yasağının kaldırılması yolunda ilerlerken üniversite canibinden gelen sesler, sadece bireysel özgürlükleri düşman olarak gören bağnazlığı değil, bilim dünyasının ne ölçüde çağdışı bir cenderenin içine sıkıştığını da gösteriyor. Yasağın kaldırılmasını "laik cumhuriyetin temelleri"ne yönelik bir tehdit olarak gösteren üniversite yönetimleri, Etyen Mahçupyan'ın dünkü yazısında sorduğu "Yoksa laiklik çağdaş bir bağnazlık mı?" sorusuna canlı karşılıklar veriyorlar. Bir yasak kaldırılırken, yasağa konu olan örtünün Ortaçağ skolastisizmine benzer geri ve karanlık bir dünyayı gözlerden sakladığını daha yakından anlıyoruz. üniversiteler özgür bilimin mekânları değil, bağnazlığın kaleleri haline gelmiş. "Nasıl bir toplum istediğimizi düşünmeliyiz." diye soran Ege üniversitesi Senatosu'na, bu sorunun cevabının bizi çağdaş yani özgür dünyanın dışına, totaliter bir dünyaya sürükleyeceğini hatırlatmalıyız. Başörtüsü sorununu "birkaç bin öğrencini sorunu" olarak hafife alan Malatya üniversitesi rektörüne, demokrasinin bir tek kişinin hakkını bile ortadan kaldıramayacağını "çağdaş bilim"in ışığında anlatabilmeliyiz. Tıp profesörlerinin (rektörlük makamının aydınlığında) sosyolojik analizler yaptığı, hukuk yorumlarında bulunduğu; Cumhuriyet tarihinin faşizan yorumlarının arkasına sığındığı bir üniversite elbette başörtülü genç kızlarla birlikte bilimi de kapıdan içeri sokmaz.
üniversitelerarası Kurul üyelerinin tamamına bir mektup gönderen Celal Şengör'e dönelim. Bir jeoloji profesörünün en küçük bir fikir sahibi olmadığı anlaşılan hukuku "bazı durumlarda pek tehlikeli bir tahakküm aracı" olarak tanımlayarak reddetmesi nasıl cehalet ve karanlıktan besleniyorsa, din ve bilim arasında kurduğu iflah olmaz çelişki de, Auguste Comte'un çağını geçemeyen pozitivizmin artık bilim tarihinin çöp sepetine atılmış argümanlarına dayanıyor. Tam olarak Şengör'ün "Bilim dışında insanlığın hiçbir bilgi kaynağı yoktur" cümlesi, bir müminin kendi dini hakkındaki hükmünden başka bir şey değil. Bu hükme inanmak için bir jeologun incelediği taş-toprakla, insan ve toplum hayatının benzer materyaller olduğunu düşünmesi yetmez; bilim mabuduna kayıtsız şartsız ubudiyetle teslim olması da gerekir. Bu kulluk ikrarına, bırakın ilahiyatçıları felsefeciler de esaslı bir şekilde itiraz edecek ve bu önermeyi modası geçmiş bir felsefî görüş -ama kesinlikle bilim değil- olarak mahkûm edeceklerdir.
Sorun bu görüşleri savunmak değil. Bilim felsefesi ve bilim tarihi ile uğraşanlar Şengör'e sabırla bazı başlangıç bilgilerini öğretebilirler. Bilim bir umman. Taşla toprakla uğraşan birinin bilim tarihi konusunda cahil olması da anlaşılır bir şey. Tehlikeli olan, bilimi bir din zanneden bir profesörün bu dine inanmayanlara üniversite kapısını kapatmaya kalkması. Karşımızda eleştirel akılla iş gören bir bilim adamı değil, cemaati adına konuşan bağnaz bir aforozcu durmuyor mu?
Şimdi üniversitenin sorununun bir yasağı kaldırmak değil, çağdaş bilime aykırı bu gerici düşüncenin kurduğu esaret olduğunu anladık mı? Sorularımızı soralım: Laikliğin en temel probleminin, bu eski kilise dinleri (bilim dini) karşısında da tarafsızlığı sağlamak olduğu aşikar değil mi? Laiklik, Celal Şengör'ün inandığı din de dahil olmak üzere dinler karşısında tarafsızlık değil mi? Şengör'ün dininin üniversitede kurduğu tahakküm laikliğe aykırı değil mi?