Tek top ağacın rüyâsı
Baba topçuların tâbiridir; derler ki meselâ, "hedef, doğu istikametindeki tepelerin hatt-ı bâlâsında duran tek top ağacın bir parmak solundaki kara kayalıklar..."
Ağacı bol yerlerde, ormanlıkla, korulukta, çalı-çırpısı mebzul mahallerde tek top ağaç görünmez; kalabalığa bürünür.
Tek top ağaç, "yazı"ya mahsus bir şey; "yazı" ne? Ben deyim düzlük, siz deyin step. Birisi size dese ki, "Al sana bir kâğıt kalem; çiz şu Anadolu'nun resmini! Benden size kopya olsun, fakat işe yarar mı bilmem: Kâğıdın sağından soluna gayrımuntazam bir çizgi çekersiniz. Çizginin kenarında bir yere kargacık burgacık kısa bir ağaç gövdesi karalar, gövdenin hemen üstüne hayalhâneniz istiâbınca dallar, dallara tutunmuş binlerce milyonlarca sert yapraklar kondurursunuz. Bir de kuşçağız...
Bence Anadolu olur.
...
Nâdiren böğrünün bir yerinden ince bir dere sızlar yazının; hemen kenarına yeşil naneler, yarpuzlar, çimenler kiracı dururlar; tek-tük kamışlar tüner; bir de söğütler.
Yahu bu söğütler ne arsız ağaçlardır arkadaş; nerede iki damla su görseler, metropol görmüş taşralı köylüler gibi kilimi seccâdeyi yayıp yeşermeye koyulurlar. "Kültür"le alışverişleri bulunmaz, meyve nedir bilmezler. Sabî-sıbyan zamanlarında gri-yeşil pürüzsüz gövdeleri seneyi devirince çatlayıp bozarmaya, bıldır sene kabuk bağlamaya başlar.
Yok yok, bunlardan tek top ağaç çıktığı görülmemiştir. Söğüt birbirine dokunmayı sever; kemâl yaşına ulaşmadan da içten içe çürümeye başlar mübârek. Meyvesi yok, tahtası bir işe yaramaz, kerestesi iş görmez, doğru dürüst baltaya bile gelmez; gevrektir. Değneğine güvenilmez, olmadık yerde çat diye kırılıverir. Gölgesi iyidir. Nerede böğür sızısı gibi kıvrılıp giden cılga bir su bulursa tutunur kenarına.
Söğütten tek top ağaç olmaz; çünkü tek top ağaçların tutunduğu yerlerde söğüt durmaz, duramaz, bıldır seneye kalmadan baltaya gelir, yürür ocağa ocağa.
...
Tek top ağacın cins ismi yok; biz ona en iyisi, "Allah'tan başka kimseye müdânaası olmayan bütün ağaç cinslerinin müşterek ismi" deyip geçelim.
Gövdesi yamrı-yumru; dalları eğri, kafes gibi birbirine geçmiş; üstelik dikeni de olur bazı türlerinde. Meyve mi dediniz? Eh, midenizde çelik mengeneyse deneyebilirsiniz; kursağı demirden yaban kuşlarından başka müşterisi var mıdır, veya hangi kocakarı ilâcının katığıdır? Yok değildir de varlığı çok su götürür; suya dahi pek eyvallahı olmadığı için ağacı sert, meyvesi da damak saran cinsten.
Gölgesi başkadır ama. Yazının orta yerinde dervişler gibi uzun bir çileyi sükûnetle öğütürken görürüz onları.
Sarı başaklar, yeşil başaklar, sararmaya yüz tutmuş başaklar, taze biçilmiş tarlalar ortasında ama ya Rabbi, nasıl da tevazua bürünmüş bir ihtişamla durmaktadırlar; zannedersiniz ki bin yaşında, iki bin yaşında, beşbin yaşındadır da hilkatten beri orada terli tırpancılara gölgelik, garip yolculara mihmânlık etmektedir.
Siz onu duru bir yaz gecesinde, dolunay ışığında "tenha yıkanırken" görmelisiniz asıl; veya tatlı bir eğimle ehven tepelerin eteğine kadar yayılmış dolgun başaklı tarlaları, tatlı bir ikindi rüzgârı öpüp koklayarak süpürüp dalgalandırdığında...
Breh breh! Eben an ced asilzâdelik taslayan hanedan evlâtları gelsin de vakar öğrensin şu müstağni edâdan...
...
Ormanlara aldırış etmeyin siz; insanın hikâyesi tek top ağaçtadır.
Yağız yerle mavi gök arasında tutunup kurtla kurdun, kuşla kuşun, rüzgârla yelin, yağmurla suyun dilinden konuşur o. Her canlı gibi onun da rızkı sadece ve sadece Allah'tandır: O'ndan gelir, O'na giderler.
Ve bu esnâdadır ki hayat denilen bir kısacık rüyâ görür tek top ağaçlar...