Kim kaybetti?
Demokrasi, olağanüstü bir yönetim biçimi. 48 milyon insan tek tek düşündü. Çevresine ve yaşadıklarına baktı. Söylenenleri süzgeçten geçirdi.
Alt alta yazıp topladı; sağlamasını yaptı. Zihnindeki hassas terazilerde tarttı. Kararını tekrar tekrar gözden geçirdi. Sonunda gitti sandığa oyunu attı. Şimdi biz 48 milyonun tek tek, kılı kırk yararak verdiği kararları önümüze koyup yorumluyoruz. Herkes iddia sahibi. Bu iddialar rekabetçi bir siyasal düzen içinde karşı karşıya geliyor. Kararı halk veriyor. Kim ne kadar haklı? Kim yönetmeli? Doğru olan hangisi? Cevabı ve hükmü halk veriyor. Demokratik siyasal sistemin özü de bu soruların karşılığında saklı: Yetki sahibi olan sadece halk. Doğru olanı halk belirliyor. Kimin yöneteceğine halk karar veriyor. Birbiriyle kıran kırana rekabet eden politikacılara ve siyaseti yorumlayan bizlere de bu kararın önünde saygı ile eğilmek düşüyor.
Muhsin Başkan'a veda
Her seçim, o seçime özgü simgelerle hatırlanır. 29 Mart yerel seçimlerini, muhtemeldir ki "Muhsin Yazıcıoğlu'nu kaybettiğimiz seçim" olarak hatırlayacağız. Kader! Bugün, bir yandan seçim sonuçlarını tartışırken öbür taraftan onun naaşını toprağa vereceğiz. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
Sivas halkının gösterdiği vefayı, bu seçimin sonuçları arasında ilk sıraya yerleştirilecek anlamlı mesaj olarak kaydetmeliyiz. Büyük bir alicenaplık. Sivaslılar evlatlarını, sahip oldukları en değerli şeyle, yani oylarıyla tebcil ediyorlar. Bu asalet karşısında saygı ile ayağa kalkmaktan başka yapılacak bir şey yok. Bu asalet bize bir politikacıyı sevmek ile desteklemek arasındaki farkı da anlatıyor. Akıl ile gönül karşı karşıya geldiği zaman, nadiren gönül galip geliyor. Bu sözü bir hayıflanma olarak söylüyorum.
1970'li yılların sonunda, Muhsin Başkan'dan dinlediğim fıkra gibi bir hikâye. Hikâye, o yılların ideolojik kavgasının halktaki karşılığını karikatürize ediyordu. Orta Anadolu'da köyün birinde ülkücü delikanlı, pınarın taşına kocaman bir kurt resmi çiziyor. Köyün solcu öğretmeni de gece bu resmi siliyor. Delikanlı da gidip solcu öğretmeni dövüyor. Köy için büyük bir olay. Halk ikiye bölünüyor. Köyün kahvesinde yaşlılar tartışıyor. Yaşlılardan biri, "Olur mu?" diyor, "Öğretmen misafir sayılır, hiç dövülür mü?" Delikanlının tarafını tutan ise şu karşılığı veriyor: "Ne yapsaydı peki? Delikanlı özenmiş bir it resmi yapmış, o da silmiş. O da onun itini silmeseydi." İdeallerin, ideallerin sembollerinin, bu ülke için görülen rüyaların toplumun gerçekler dünyasındaki karşılığı farklı. Ama her zaman bu farkı kapatacak bir gönül sıcaklığı da hazır duruyor. Belki fikirlere değil, fikirlerin sahiplerine karşı.
AK Parti'nin hasarı
AK Parti gemisi, bu seçimlerde hasar aldı. Ana gövde çok büyük ve sağlam. Üstelik bu sularda hâlâ rakibi yok. Hasarı onararak yoluna devam etmesi zor olmayacak. Tayyip Erdoğan gibi mucizevî başarılara alışmış bir liderin, bu hasara bütün dikkatini vereceği ve önemli sonuçlar çıkaracağı anlaşılıyor. Ama AK Parti, artık engin denizlerde değil, sığ ve tehlikeli sularda yoluna devam edecek.
AK Parti'nin üzerine yaslandığı geleneğin 1994 yılından beri, yaklaşık 15 yıldır devam eden bir yerel iktidar tecrübesi var. 1995'te alınan genel seçim oylarında, bu yerel iktidarın sağladığı başarının hızlı bir etkisi görülmüştü. Bugün AK Parti liderinin de yerel yönetimden başbakanlığa uzanan bir kariyer yaptığı hatırlanırsa, bu yerel tecrübenin değeri anlaşılabilir. 1995 seçimlerinden sonra Türkiye Günlüğü'ne yazdığım uzun bir seçim analizinde, RP'nin şehri muhasara ettiğini ve sonunda düşürdüğünü anlatmıştım. RP'yi, İbn Haldun'un tasvir ettiği bedevîlere benzetmiştim. Cesur, dayanıklı, aralarında sıkı dayanışma olan bedevîler şehre gözlerini diker ve tembel ve gevşek hadarîlere (şehirlilere) galebe çalarlar. Sonra bedevîler şehrin nimetlerine alışarak hadarîleşmeye başlarlar. Badiyeden başka bir bedevî topluluk gelerek şehri muhasara eder ve düşürür.
15 yıl, AK Partili yerel yönetimlerin hadarîleşmesi için yeterli bir süre. Hurma bahçeleri için cenge katılanların sayısı arttıkça zafer ihtimali azalıyor. AK Parti, Türkiye'yi dönüştürdü. Muhtemeldir karşısına çıkacak rakip gücü, yine AK Parti kendi elleriyle büyütecek. Kazanmak için çalışmak ile kazancını muhafaza etmek için çaba harcayanların enerjisi ve inandırıcılığı aynı olmuyor. AK Parti'nin bir dahaki seçimlerde yerel iktidarını devam ettirebilmek için "kentsel rant" sorununu şeffaflık içinde çözmesi lâzım.
AK Parti liderinin koyduğu inisiyatifle, üç büyük parti mahallî seçimleri bir genel seçim atmosferine taşımaya çalıştılar. Seçim sonucu vatandaşın bu seçimi, aslına uygun bir şekilde mahallî seçim olarak algıladığını ve kararını bu sınırlar içinde verdiğini gösteriyor. Adaylara endeksli olarak oy dengelerinde meydana gelen trajik değişiklikler, seçimin gerçekten mahallî bir seçim olarak gerçekleştiğinin delili. MHP, bunun canlı kanıtı. Seçimi genel ölçeğe taşımak için retorik düzeyinde üretilen gerginliklerin de halkta hiçbir karşılığına rastlanmadı.
CHP ve MHP
Bu seçimlerin mevcut Parlamento için bir meşruiyet tartışması başlatması çok zor. Başbakan'ın kullandığı "CHP ve MHP'nin toplam oylarının AK Parti'nin oyuna ulaşamadığı" argümanı, bu tartışmayı engellemek için yeterli. AK Parti, bu seçimden hasarlı çıktı. MHP'nin oy oranındaki nisbî fark dışında, muhalefetin iddialı bir başarısı görünmüyor. MHP'nin aldığı sonuçlar, örgütsel dinamizmin ve yeteneklerin belirleyici olduğunu gösteriyor. MHP, AK Parti seçmenine kolaylıkla ulaşabilecek donanıma sahip. Doğru adaylarla bunu başarıyor. Bu seçimde CHP'nin göz kamaştırıcı başarısı İstanbul'da gerçekleşti. Kılıçdaroğlu'nun İstanbul'da aldığı oy, CHP'deki değişim umutlarını kışkırtması beklenmeli. Tayyip Erdoğan'ın 1994'te İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı olurken Kılıçdaroğlu'ndan çok daha az oy aldığını hatırlamak, bu başarıyı fark etmek için ölçü olabilir. CHP, iktidar alternatifi bir kitle partisi olmak için kendi sesini ve rengini arıyor. Deniz Baykal, ana omurgası olmayan, rüzgâra göre şekillenen salt retorikten ibaret liderliği ile CHP'nin önünü kapatıyor. CHP, İstanbul'da çarşaf açılımı ile başlayan devrimci bir zihniyet değişimine girişti. Baykal'ın ağzından içi boşaltılmasına rağmen bu değişimin toplumda karşılığı olduğunu seçim sonuçları gösterdi.
Seçimin tek mağlubu: Ergenekon
Türkiye, sağ-sol ideolojik kamplarına bölündüğü 60'lı ve 70'li yılları geçtikten sonra, kaba askerî müdahalelerin zorlaması ile laiklik eksenine oturtulan bir siyasî bölünme içinde kendini ifade etmeye zorlandı. Her seçim, irtica tehlikesi gündemi ve laiklik gerginliği gölgesinde geçti. İlk defa 29 Mart mahallî seçimlerinde, bu sefer laiklik tartışması yapılmadı. Rejime yönelik tehlikelerden söz eden çıkmadı. İçi kof salt retorik bu seçimde de sahnedeydi. Ama irtica retoriğine prim veren olmadı. Bu tablodan AK Parti zararlı çıktı. Bu seçimi, laiklik gerginliğinden hep muhafazakâr partilerin kazançlı çıktığına dair bir tecrübe olarak kayda geçirmek gerekir. Özellikle CHP, bu bulgu üzerinde durmalı.
Rejim tartışmalarının ve irtica tehlikesinin gündemden düşmesi doğrudan Ergenekon davası ile ilgili. Ek iddianamenin gösterdiği üzere Ergenekon gündelik siyaseti tanzim etmeye, partilerin içine nüfûz edecek kadar istekli ve hevesli. Kullandığı enstrüman da her zaman rejim tartışmaları. Kendisini devleti korumakla görevli addedenlere uyan, rejim tartışmaları üretmek. İlk defa bu seçimlerde Ergenekon'un operasyon yeteneği olmadı. Olmadığı için laiklik tartışılmadı. Tartışılmadığı için AK Parti önemli bir avantajını kaybetti.
Ergenekon davası, bu seçimin telaffuz edilmeyen ama hissedilen önemli eksenlerinden biriydi. AK Parti seçimde hasar gördü; ama kaybetmedi. CHP ve MHP'yi de kendi ölçülerinde başarılı saymak gerekir. Seçimin gerçek tek mağlubu, her seçimde akrep yuvası gibi çalışan Ergenekon oldu. Ergenekon, bir siyasî odak olarak bu seçime katılamadı; kendisini temsil de ettiremedi. Ve fiilen giremediği seçimi de kaybetmiş oldu.
Kürt sorunu
2008'in sonlarında, 29 Mart'ın ilk sinyalleri, DTP'nin büyük şehirlerdeki şiddet eylemleri ile verilmişti. DTP arabaların yakıldığı, çocukların en ön safa sürüldüğü bu eylemler ile seçimi bir şiddet gösterisine çevirecek gibi görünüyordu. Beklenen olmadı. DTP, bu gerginliğin kendisine oy kaybettireceğini anladı ve bu yöntemden vazgeçti. Seçimlerin huzur ve güven ortamı içinde geçmesi, büyük ölçüde DTP'nin bu tutumunun eseri oldu. Seçim sonuçları, DTP'nin bu tutumdan kazançlı çıktığını gösteriyor.
Kürt sorunu oldukça iyimser ve umut dolu bir atmosferin içinde. Kuvvetli başlangıçların bazıları yol alıyor, bazılarının ise arefesindeyiz. Tek başına birçok tabuyu yerle bir eden TRT Şeş, bir dirençle karşılaşmadan kolayca kabullenildi. Kuzey Irak'taki gelişmelerle birlikte Türkiye Kürt sorununu, kalıcı bir barışın içine taşıyacak gibi görünüyor. DTP'nin aldığı toplam oyu, Türkiye genelinin içine yerleştirince Kürt kimlik siyaseti iddiasını mütevazı sınırlar içine çekmek zorunda. Ama bu kimlik siyasetinin önemli bir temsil gücü olduğu da ortaya çıkıyor. DTP, temsil yeteneği ile Kürt sorununun taraflarından biri. DTP'ye oy verenler bize, Kürt sorununun salt bir sosyoekonomik sorun olmadığını, bu sorunun siyasal bir sorun olduğunu ancak siyasal çözümlere konu olursa toplumsal barışın sağlanacağını anlatıyor. "Siyasal çözüm" demokrasinin araçlarının, temel hak ve özgürlüklerin ve en çok da siyasî aklın konusu olan çözüm demek.
Ergenekon davası, özellikle Kürtler arasında umut uyandırdı. Dökülen kan unutulur, yaralar kapanır, acılar sineye çekilir. Ama hukuksuzluk sadece geçmişin değil, bugünün ve geleceğin de sorunudur. Geçmişte işlenen cinayetlerin hesabı görülmeden, güven ortamını oluşturamazsınız. Silopi'de ölüm kuyularından çıkartılan kemikler, bu geleceği aydınlatıyor. İnsanların katledildiği zaten biliniyordu; şimdi hesap soruluyor. Demek ki, çatısı altında güvenle yaşanacak bir hukuk devleti hâlâ mümkün. Kürt sorununun çözümünün en büyük güvencesi de bu umut.
Bölgede AK Parti'ye oy veren Kürtleri de, DTP çatısı altında toplananları da Ergenekon soruşturmasının ışığı altında, barışın tarafları olarak görmek gerekir.
Her seçim, demokrasinin bir adım daha ilerlediği, sağlamlaştığı bir tecrübe demektir. Ölçüsünü kaybedenler için de en doğru tartan ölçüleri seçimler verir. Türk halkı devletin kurumlarının da, siyasetin de önünde. Gözünden hiçbir şey kaçmıyor. Doğru ölçüyor ve doğru tartıyor. Ergenekon'un icraat yapamadığı, laikliğin tartışılmadığı, kısaca kural dışı müdahalelerin olmadığı bir seçimden çıkan olağanüstü anlamlı bir sonuçla karşı karşıya olduğumuzu hatırdan çıkartmamalıyız. Başta siyasî partiler olmak üzere herkes hissesine düşeni alacak. Söyleyebileceğimiz en doğru söz, bu demokratik olgunluğa saygı ile bakanların daha fazla şey göreceği. Ergenekon'u saymazsak bu seçim, kaybedeni olmayan bir seçim. Hepimiz kazançlıyız.