Millî irade ile çayocağı sohbeti
Hava güneşli gibi duruyor ama güven olmaz. Evden çıkıp fırına doğru giderken park civarında birisi omuzuma dokundu. Baktım, a, "Seçmen!"
- Oo, dedim, "merhaba sayın seçmen, pazar günü neydin öyle; döktürdün vallahi resmen!"
- Şurdan iki simit alsan da şöyle çıtır çıtır, çayla iyi gider. Haa, elini daraltma, çaylar benden; iki satır lâf edelim vaktin varsa!
Çayocağının önüne iki tabure çekip sırtımızı güneşe verdik. Simitler müthiş, akıllara ziyan bir lezzet!
- Ne dediğimi merak etmiyor musun, diye girdi lâfa "Seçmen". "Yoo" dedim, "gazetelerin köşe kadıları iki gündür seçimde ne söylediğini, neyi nasıl imâ ettiğini yazıp çiziyorlar zaten; sen ne söylesen boş bir bakıma!"
- Ha, ben de okuyorum onları, diye simidinden okkalıca bir lokma dişleyip çıtırdattı; lokmasını bitirmesi için biraz beklemem gerekti. "Yahu ben bu lâfları ne zaman dedim diye düşünüp duruyorum" diye devam etti. "Hani bir lâf vardır, derler ki, atının kuyruğunu ortalık yerde bağlama, eloğlu kırk türlü mânâ verir, aynen öyle."
- Hadi hadi, diye takıldım, "ne yere bakıp yürek yakansın sen; sendeki ferâseti kırk profesör, seksen sosyal bilimci, yüzaltmış medrese ulemâsı bir araya gelse yine akledemez; senin o tevâzu gösterip okumuşları ters köşelere yatırman meşhur, bilmez miyiz?"
Çayından derin bir yudum aldı, "Yok birader, nerde" dedi, "Adımız çıkmış doksana, inmiş seksene; gittik verdik oyumuzu neyse, elâlem de kırk türlü mânâ çıkarıyor!"
- Ama hükümete hayli tatlısert bir parmak salladığın da âşikâr üstad" dedim, "Garibanlar seçim gecesi sabaha kadar ölüp ölüp dirildiler."
- Ee, olacak o kadar, diye keyiflendi; "hükümet kısmı ahalinin babası hükmünde; uçan kuşun hesabı ondan sorulur, fakat bu 2007 seçimlerinden sonra biraz kendilerine çekidüzen vermeleri de lâzımdı hani. Muhtıracılara, hukuk allâmesi geçinenlere kızıp döşendik reyleri. O zaman öyle iktizâ etti; şimdinin hesabı başkadır..."
- Nedir o hesap?
- Bir kere aday tercihlerinde isabetsizlikler vardı, onu düzelttik kısmen; kabinede yenilenmesi lâzım gelenler vardı, ona işaret ettik. Bu arada muhalefet de lâzım bu memlekete. Dedik ki, arkadaş ne oluyor, siz de toparlanın biraz, ye'se kapılmayın, siz de lâzımsınız bu memlekete; yarın-bir gün sıra size de gelebilir; gevşemeyin, çalışın, yapıcı olun, lüzumsuz avukatlık heveslerini bırakıp milletin hukukuna sahip çıkın... Değil mi ama?
- Vaay, bu akıllar nasıl bir akıllar üstâd, vallahi aşkolsun!
- Dalga geçme de bir çay daha söyle bakiim... Dahası var; hükümeti fiskeledik ama gördün, tokat atmadık. Niçin diye sorsana...
- Niçin?
- İstikamet yanlışları yok çünkü; detaylarda bunalıyorlar. Dış siyasetteki karneleri ortanın üstündedir, diplomasiyi kıpırdatmayı başardılar. Global krizin tesirlerini de kötü yönetmediler Allah için; o yüzden bir ceza kesmeye lüzum görmedik ama gözümüz üzerindedir, bilsinler yani!
- Genel manzara böyle diyorsun?
- Eh; açık zaten. İki parti var esasta. Üçüncü ile dördüncü bir nevi yedek lastik hükmündedir ama neticede merkeze gelmeleri lâzım, göz doldurmaları lâzım, geleceğe dair güzel bir görüntü vermeleri lâzım. Bağırıp çağırarak, bölge oylarına dayanarak büyüyemezler; biz bunlara birkaç seçim daha şans veririz; olmazsa...
- Ne olur olmazsa sayın Seçmen?
- Nasreddin Hoca'nın yaptığını yaparız; eski ayları kırkıp yıldız yaparmış ya rahmetli, işte öyle...
- Büyüksün üstad diye mırıldandım, "seni sevmeyen ölsün".
Espri hoşuna gitmiş olmalı, gülümsedi, "Yoo" dedi, "onlar da yaşasınlar, fakat buna yaşamak denirse!"