Bir hedefiniz var mı?
Ne zaman Avrupa Birliği konuşulmaya başlansa, aklıma “İslam Birliği=İttihad-ı İslam” düşer.
İşte o zaman da; “Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi/ Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni/ İttihadken savlet-i a’dayı def’e çaremiz/ İttihad etmezse millet, dağıdar eyler beni” diyerek, ümmetin bir gün ihtilaf ve ayrılığa düşebileceği endişesi ile kabrinde bile rahatsız olacağını söyledikten sonra, düşmanlara karşı yegâne çarenin “birlik-beraberlik” olduğunu vurgulayan Yavuz Sultan Selim’i hatırlarım.
Türkiye’nin ve Müslümanların bugünkü dağınıklığına bakmayın. Bugünkü dağınıklığımız yapaydır. Türkiye’deki saptırmalar ve şaşırtmalar miadını dolduruyor. Öte yandan, İngiliz generallerinin kum üzerine çizdikleri sınırlar içinde “saltanat” süren Arap diktatörler de ikballerinin sonuna geldiler. Artık hayallerimizi geniş tutmamız ve hazırlıklarımızı Yavuz Sultan Selim’in hedefi istikametinde yapmamız gerekiyor.
“Yeni Osmanlıları bekliyoruz” diyen Filistin halkının şimdiden hasret odağıyız. Geçtiğimiz yıllarda da Lübnan’ın Dürzi lideri Velid Canbolat Osmanlı’yı çok özlediklerini söylemişti. İşaretler gelmeye başladı. Umarım biz de tam vaktinde hazır oluruz.
Unutmayın ki, her türlü başarı önce umut ve hedefle bağlantılıdır. Günün birinde başarıya ulaşmak isteyen, her gün umudunu diri tutmak zorundadır…
“İttihad-ı İslâm” sevdalısı Yavuz Sultan Selim, tıpkı kendisinden önceki bazı padişahlar gibi, çocukluğundan itibaren önüne bir hedef koymuştu: “Dünyada İran, ahirette cinân (cennetler)” diyordu. Bunun için önce padişah olması lâzımdı. Babasını bir engel olarak görmedi: “İdeallerimin önüne babam bile geçse yürürüm” diyecek kadar büyük bir kararlılık gösterdi. (“Resimli Osmanlı Tarihi” isimli kitabımla Yavuz’un hayatını geniş olarak ele alan “Şehzâde Selim”, “Şirpençe” ve “Mısır’a Doğru” isimli kitaplarımda bu konu geniş olarak işleniyor; Nesil Yayınları, 0212 551 32 25)
Bu kararlılık içinde babasının ordularını yenip padişah oldu. Ama kimi kardeşleri isyan etti. Bu yüzden az daha devlet yıkılıyordu. Onları da bertaraf etti.
“Ahirette cinan” (cennetler) hedefinin özü “İslâm Birliği”ydi, bu sebeple kendini “İttihad-ı İslâm”ı sağlamaya adadı. Yol hilâfetten geçiyordu: Tabiatıyla önce Mısır üzerine yürüyecekti. Onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalışan komutanlarına söyledikleri özetle şudur:
“Ben bu saltanatı, ümmete hizmet içün pederumun elinden aldum ve ıslâh-ı âlem (insanların ıslahı ile mutluluğu) uğruna birader ve biraderzadelerimi (kardeşlerimi ve çocuklarını) feda eyledum... Ben uykularımı, rahat ve huzurumu terk ile din-i mübînin te’yidine uğraşıyorum. Eğer İslâmı ihyâ etmek (geliştirmek, hayata geçirmek, yaşamak ve yaşatmak) maksudunuz (isteğimiz, niyetiniz) değilse, benum de nefs-ül emirde saltanata kat’a hevesum yoktur. (Eğer bu yoldan hedefe gidemeyeceksem, sizin de böyle bir amacınız bulunmuyorsa, padişahlıkta gözüm yoktur)”
Mısır’ın, varlığının garantisi sayılan Tih Sahrası’na (dünyanın en korkunç çölü) bu niyetle yöneldi. Dedesi Fatih Sultan Mehmed gibiydi: Ya istediğini alacak, ya da uğruna ölecekti.
Çöl gündüzleri dayanılmaz sıcak, geceleri dayanılmaz soğuktu. Uçsuz bucaksız kum cehenneminde zehirli mahlûklar kaynıyordu. Üstelik zemin çok yumuşak olduğundan ağır topları geçirmek son derece zor oluyordu.
İşte bu yüzden tarihin kaydettiği en büyük cihangirler çölün önünde pes etmişlerdi: Meselâ Büyük İskender deniz yolunu seçmiş, Cengiz Han’la Timur Han çölün eteklerinden geri dönmüşlerdi. Yavuz Padişah ise bitmez tükenmez bir umutla kutsal hedefine kilitlenmişti; ayrıntılara kafasını takmıyor, şartlara teslim olmadan ilerliyordu.
Üstelik askerini yüreklendirmek için sık sık attan iniyor, elli dereceye varan sıcaklık altında yaya yürüyordu. Tabii Padişah yaya yürürken, kimse ata binemiyordu.
Bir gün yürüyüşü uzun sürdü. Hava korkunç sıcaktı. Yaşlı vezirlerle hocaları yorulmuş, perişan olmuşlardı. Çok sevip saydığı hocası İbn–i Kemal’e gidip Padişahı, ata binmeye ikna etmesini rica ettiler. İbn-i Kemal ricayı Padişah’a iletince, Yavuz Sultan Selim hayretler içinde hocasına baktı. Parmağıyla uçsuz bucaksız çölü göstererek sordu:
“Önümde gideni görmüyor musun Hocam?..”
“Hayır” diye cevap verince Hocası, Yavuz Padişah ağlayarak şöyle dedi:
“Resulüllah önümde yaya yürürken, ben nasıl ata binerim!..”
Resulüllah’ın izinde giderek Halife oldu, “İslam Birliği”ni (İttihad-ı İslam) gerçekleştirdi.
Bilin ki: Doğru ve meşru hedefe yürüyenlerin öncüsü Resulüllah’tır.
Bilin ki: “Yol taşlı, çukurlu, engebeli, kumlu, bozuk, zor diye yürümekten vaz geçenler, hiçbir zaman hedeflerine ulaşamazlar.”
Bilin ki: “Nereye gittiğini bilen insanın önünden, dünya kenara çekilir.”
Ve bilin ki: Büyük hedeflere yürüyen idealist insanlar şartlara değil, sonuçlara kilitlenirler…
•
İmkânlarımız ne kadar sınırlı olursa olsun, büyük düşünmekten korkmayın. Ertuğrul Gazi gibi, devletinizi önce yüreğinizde kurun!
Fatih Sultan Mehmed gibi, fethi önce beyninizde gerçekleştirin...
Yavuz Sultan Selim gibi, hilafet sancağını yüceltmek için kendinizi çöle atın!
Yaşamak için bir gayeniz olsun. Zira, “Gaye-i hayal olmazsa, ezhan, enelere döner.” (Bediüzzaman).
Yani varlığınızı bir gayeye kilitlememişseniz, tüm varlığınız nefsinize kilitlenip nefsinizi putlaştırır, enaniyetinizi büyütür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.