Müslümanlar Siyasetle Kurtulabilir mi?
Okumuşlarımızın, halkımızın, gençliğin yeterli siyasî kültürü var mıdır?.. Bu soruya evet demek bence mümkün değildir.
Siyaset konusundaki boşluğu ve bilgisizliği gidermek için iki yol vardır: Ya, gerçek üstadlardan en az iki sene ciddî siyaset ilmi dersleri alacak ve edindiği bilgileri iyice öğrenecek; yahut siyaset hakkında mükemmel bir talimatnameyi yine ehil öğreticilerden okuyacak, öğrenecek.
Keşke bir siyaset üstadı çıksa, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye'nin Kavaid-i Külliyesi gibi, 100 veya 200 maddelik çok açık ve seçik bir siyasetnâme metni hazırlasa.
Siyaset o kadar geniş bir kavramdır ki, siyaset yapmamak bile bir siyasettir.
Erdemli, temiz, şeffaf olmayan bir ülkede serbest seçimler yapılması, her şeyin düzelmesi için yeterli midir? Elbette değildir.
Her şeyde olduğu gibi siyasette de kalite birinci şarttır.
Seçenlerin ve seçilenlerin yeterli derecede kaliteli olmadığı bir ülkede siyasetle neyi halledebilirsiniz?
Çeşit çeşit siyasetler vardır.
İslâmî siyaset, şeytanî siyaset.
Temiz siyaset, kirli siyaset.
Ahlâklı siyaset, ahlâksız siyaset.
Adam gibi siyaset, rezil siyaset.
Kurtarıcı siyaset, batırıcı siyaset.
Muhlislerin siyaseti, münafıkların siyaseti.
Saymakla bitmez.
"Halk Müslümandır, seçimlerde Müslüman adayları seçer ve onlar da hem İslâm'a, hem ülkeye, hem halka hizmet eder..." Mesele bu kadar basit midir? 1946'dan bu yana, 60 seneyi aşan bir siyaset tecrübemiz var, neticeye bakınız.
1960'lı yıllarda Müslümanların gelecekle ilgili ümitleri vardı. Gençler okutulacak, üstün ve güçlü kadrolar kurulacak, memleket ve halk kurtulacak, devlet ehliyetli, doğru, dürüst, faziletli, güçlü, müdebbir kimseler tarafından idare edilecekti.
Müslümanlar medya hizmetlerinde ve faaliyetlerinde birinci olacaklardı. "Sönmez Neşriyat Şirketi" bu maksatla kurulmamış mıydı?
Müslüman kadrolar bu ülkeye nur, fazilet, ahlâk, yüksek karakter getireceklerdi.
Emanetler, işler, makamlar, memuriyetler, vazifeler hep ehliyetli, güçlü, başarılı ve becerikli kimselere verilecekti.
Haram yenmeyecekti... Yalan dolan ortadan kalkacaktı... Fitne, fesat, nifak, şikak olmayacaktı...
Böyle mi oldu?
Siyaset ve idare konusunda, bir saniye bile hatırdan çıkartılmaması gereken temel gerçek, şu hadîs-i şerifte beyan buyrulmuştur:
"Siz (Müslümanlar) ne halde iseniz öyle idare olunursunuz."
Siyasetin ve idarenin iyileşmesi, halkın iyi olmasına bağlıdır.
Futbol kulübü tutar gibi parti tutan, sağduyu ile davranmayıp da holiganlık yapanlarla siyasetten iyi neticeler almak mümkün olmaz.
Siyaset, bilgelik isteyen bir iştir.
Bilgelik yok, yeterli fazilet yok, yüksek kültür yok, firaset yok, istikamet yok...Sonra siyasetle kurtulacağız... Olur mu böyle şey.
Müslümanlıkta denetim vardır. Müslümanlar birbirilerini denetlemekle yükümlüdür. Biz 21'inci asrın Türkiye Müslümanları birbirimizi denetliyor muyuz?
Hangi ölçülere göre denetleyeceğiz? İslâm'ın, Kur'ân'dan Sünnetten icmâ-i ümmetten çıkartılmış fıkhî, şer'î, ahlâkî ölçülerine göre.
Müslümanlar, içlerinden birilerine soruyorlar mı?
"Efendi senin vaktiyle servetin yoktu, geçim sıkıntısı çekiyordun. Siyasete atıldın, kısa zamanda dünya çapında zengin oldun. Mallar, mülkler, dehşetli paralar, açık ve gizli hesaplar. Bunları nasıl kazandın? Sen ticaret yapmadın, üretim yapmadın, para getirecek bir hizmet yapmadın, peki bunca serveti nasıl elde ettin? Nasıl Karun gibi zengin oldun?"
Hiçbir İslâmî hizmet ve faaliyet kirlilik ve eğrilik ile yürümez.
Dinsizler, imansızlar, münafıklar kirli olabilir, haram yiyebilir, yamukluk yapabilir ve buna rağmen başarılı olabilir ama Müslümanlar bunlarla başarılı olamaz.
İslâm'ın temel prensiplerinden biri istikamettir, yâni doğruluk ve dürüstlüktür.
Biz öyle bir Peygamber-i Zîşanın ümmetiyiz ki, âlemlere rahmet ve insanlara örnek olarak gönderilmiş o zat, ölümünden kısa bir müddet önce, Ashabına şöyle demişti:
Kime borcum varsa, söylesin gelsin alsın...Kime bir haksızlık yaptıysam telâfi edeyim. Kime vurduysam, gelsin o da bana vursun...
Bir başka hadîs-i şerifinde şöyle demiştir:
Uhud dağı kadar altınım olsa, bir borcu ödemek için saklayacağım bir altın dışında, gerisini Allah yolunda tasadduk eder, din ve hayır için harcarım...
Biz Müslümanlar Kur'ân, Peygamber, din diye bağırıyoruz ama Kur'ân'ın, Peygamberin, dinin emirlerine uymuyoruz.
Farzları yerine getirmiyoruz, haramlardan kaçmıyoruz. Ahlâkımızı düzeltmiyoruz.
Bunca kusur, günah, isyan, tefrika, fitne, fesat, nifak, şikak, fısk, fücur ve azgınlık içinde siyaset yaparak kurtulacağımızı sanıyoruz.
Zehi gaflet!..
Allah'ın ve Peygamberin emirlerine, dinin ve şeriatın hükümlerine uymadıkça, yüksek İslâm ahlâk ve karakteri ile mütehalli (bezenmiş) olmadıkça bizim için kurtuluş yoktur.
Dün bu düzen bozuktur, bu düzen kirlidir diyeceksin, bugün eline fırsat geçince bu bozuk düzen veya sistemin emrine girip haram, necis, kirli, kara, yakıcı servetler elde edeceksin. Bunun sonu elbette felâkettir, rezalettir.
Bu yazım bazılarının hoşuna gitmeyecektir. Gitmesin, ben ne yazdığımı biliyorum.
Ben müfteri, ben yalancı, ben düzenbaz; onlar Zemzemle yıkanmış gibi pîr ü pâk...
ŞÜPHELİ KAZA
Helikopterin düştüğü öğreniliyor... Aradan ne kadar zaman geçiyor, bilmiyorum, devlet arama faaliyetlerine başlıyor. Medyanın haber verdiğine göre tam dört bin kişi arıyor. Nerede arıyor? Kazanın olduğu yerde aramıyor? Tabiî ki, bulamıyorlar. Nihayet o civardaki bir köyden 17 vatandaş, ayaklarına lastik çizmeler geçirerek aramaya başlıyor ve helikopter enkazını ve bazı cesetleri onlar buluyor.
Dört bin resmî görevlinin yapamadığını yapan bu 17 vatandaş hakkında tahkikat yapılıyormuş, konuşmalarıyla devleti küçük düşürmüşler de... Dört bin kişinin bulamadığını 17 kişinin bulması, o da yerine göre bir suç değil midir?
Zamanımızda teknik o kadar ilerledi ki, Konya ovasında geceleyin sigara içerek yürüyen bir insanın bile varlığı, yeri tesbit edilebiliyor.
17 köylü, kazayı duyar duymaz harekete geçmiş olsalardı belki de birkaç kişiyi kurtarabilirlerdi. En azından ayağı kırılmış olan, cep telefonuyla yardım isteyen, üzerine üç ceket giyerek soğuktan korunmak isteyen gazeteciyi.
Yazıcıoğlu'nun bindiği helikopterin önemli bir aleti yokmuş... Uçuştan önce yakıt almak için bir yere gitmiş...
Ortada bir yığın dedikodu, rivayet var. Elbette dedikodular bir dayanak olmaz ama istihbaratçılıkta, polis tahkikatında dedikodular da incelenir.
Kirli politika hayatımızda birkaç temiz insan vardır, onlardan biri Muhsin Yazıcıoğlu'ydu. Vefatı Türkiye için büyük bir kayıp olmuştur. Ali Bulaç onun için hesabî değil hasbî idi diyor, çok doğru. Temiz yaşadı, temiz olarak öldü. Ankara'da Taceddin dergah-ı şerifi haziresine gömüldü. Allah rahmet eylesin.