Korkmadan Bıkmadan Usanmadan
Nur içinde yatsın, rahmetli babam bir gün sabah namazı vaktinde odalarında hala yatan kardeşlerimin kapısını yumrukluyor öfkeyle bağırıyordu. Babamın bu hali üzülecek bir şeydi ama söyledikleri beni epey güldürüyordu.
Aynı hali ben de gerek evimde, gerekse okulum İmam hatip Lisesinin pansiyonunda nöbet tutarken defalarca yaşamıştım. Hatta aynı okulda öğrenciyken de defaatle yaşamıştım.
Çocukları “hadi bakalım yavrular, sabah namazı” diyerek sabah namazına kaldırıyordum, ama onlar tekrar yatıyorlardı. Onlara “tekrar geleceğim, kimseyi yatakta görmeyeyim” diyordum odadan çıkarken, ama yine de bazılarını yatar görüyordum tekrar geldiğimde. Bu sefer bir tehditle kaldırıyordum, ama yine de bir daha geldiğimde tek tük de olsa hala yatanları görüyordum.
Öğrenciler adamına göre hareket ediyorlardı. Kimi nöbet tutanlar bir kere kaldırıyor, bir daha gelmiyorlardı. Kimileri de hiç kaldırmıyordu. Çünkü kendileri namaz kılmıyorlardı…
Babam haklıydı sözlerinde ama blöf yapıyordu ve muhtemelen tutmayacaktı.
Merhum babamın sabah namazı vaktinde yatan kardeşlerimin kapısını yumrukluyarak söylediği beni güldüren o sözleri ne miydi? Söyleyeyim, siz de gülün:
“Hergün sizi namaza kaldırmaktan bıktım usandım. Bir kere de siz kendiniz kalkın ne olur? Bir daha da kaldırmayacağım sizi. Yanarsanız yanın lan cehennemde!”
Onlar cehennemde yanacak ve babam aldırmayacak, umursamayacak! Olacak şey miydi? Nitekim yarın gene kaldırırdı samırdanarak…
Allah Teâlâ namazı önce bizim kılmamızı, sonra da ehlimize, ailemize de emretmemizi, bu uğurda sabırlı olmamızı, bıkmadan usanmadan buna devam etmemizi istiyor bizden.
Sadece namaz mı?
Bütün bir İslam’ı yaşarken ve yaşatmaya çalışırken de yılmamak gerektiğini vurgular. Yılmamak ve de korkmamak gerektiğini.
Sevgili Peygamberimiz Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) de, cemiyetin kaderini, yarınını alâkadar eden emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünker hizmetini yerine getirirken, yâni dinin yasakladığı bir şey yapılmaya, emrettiği bir şey de terkedilmeye başlandığı zamanda hakkı teblîğ ederken, asla ve kat’a yılmamak gerektiğini ifade eder.
Elbette zor bir meseledir bu. Ama Müslümanlar elbirliği ile, birbirlerini destekleyerek bu zorluğu aşmak zorundadır. Ne pahasına olursa olsun hak söz, zalim sisteme ve yöneticilerine karşı da, içinde yaşadığımız halka karşı da çekinilmeden söylenmelidir. Bu, çağımızın unutmaya yüz tuttuğu bir cihattır. Hem de en faziletlisinden:
"Cihâdların en faziletlisi, değerce en kıymetlisi, zâlim sultana karşı hakkı söylemektir."
Sevgili Peygamberimiz şu uyarısı ne kadar yerindedir: "Aman dikkat edin, halk korkusu, hakkı söylemekten alıkoymasın."
Hakkı tebliğe mâni olacak dereceyi bulan halk korkusunu, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bir başka rivayette "nefsini hakir görmek" olarak vasıflandırır ve bunun kıyamet günü büyük bir vebal ve sorumluluk olduğunu bildirir:
- Sizden kimse nefsini hakir görmesin.
- Ey Allah'ın Resûlü; kişi nefsini nasıl hakir görür?
- Allah için, üzerine söz terettüp eden (fena) bir durum görür, fakat hiç ağzını açmaz. Cenâb-ı Hakk kıyamet günü kendisine sorar:
"Şu falanca şey hakkında gerçeği söylemekten seni ne alıkoydu?" O kul cevap verir:
"Halk korkusu (insanlardan korktuğum için sesimi çıkarmadım)." Allah o zaman şöyle der:
"Asıl benden korkman gerekirdi."
Allah rızası için yapılan çalışmalarda, gerek mârufun emir ve tebliğinde ve gerekse münkerin nehiy ve yasaklanmasında, çeşitli şekillerde zuhûr edecek olan halk korkusuna ehemmiyet verilmemesi, İslâm dininde önemli bir esastır.
Nitekim, Kur'ân-ı Kerîm, "Allah yolunda cihad yaparken hiç bir kınayanın kınamasından çekinip korkmayanları" sevmiş ve övmüştür.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de, bu noktanın ehemmiyetine binaen, ilk defa Müslüman olanlarla biat akdini yaparken koyduğu şartlardan biri de "Allah yolundaki çalışmalarda kınayanın kınamasından korkmamaktır.”
Bu noktaya dikkat edilmediği takdirde, tebliğ emri sözde kalacağı gibi, zâlimlerin daha çok cesaret bularak, zulümlerini artıracakları da açıktır.
Zulme seyirci kalan Müslüman fert ve toplumun düştüğü düşük ve acı durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu hadislerinde dile getirirler: "Eğer ümmetimi, zâlime "sen zâlimsin" demekten korktuğunu görürsen, bil ki onun varlığı ile yokluğu birdir."
Her biri kıyamete kadar örnek olan ashabın en büyük özelliklerinden birisi de budur. Bunun kaybı ile derinden yaralanan bir sahabinin acı sözlerine kulak verelim:
Huzeyfe (ra) şöyle yakınır: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında kişi, ağzından çıkan bazı kelimeler sebebiyle münâfık addedilirdi. Ben şimdi o kelimeleri bir sohbet esnasında tek kişiden dört defa işitiyorum. Olmaz böyle iş, ya ma'rufu emir, münkeri de nehyeder ve hayrı kucaklarsınız, ya da Allah hepinizi toptan azâbıyla zelîl ve hor kılar, yahut da sizin en şerirleriniz tepenizde müstebid olurlar. Sonra hayırlılarınız bundan halâs olmak için dua ederler de duaları kabul edilmez."
Hz. Ebû Bekir (ra) de bir âyetin yanlış anlaşılarak irşad işinin ihmâl edilebileceğinden endişe ederek şu uyarıda bulunur: "Ey insanlar, siz Kur'ân-ı Kerîm'in şu âyetini okuyorsunuz:
"Ey îmân edenler, siz kendinize bakın, kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez." (Mâide: 5/105)
Siz bu âyete münâsib olmayan bir mâ'na veriyorsunuz ve irşad vazîfesini terk ediyorsunuz. Halbuki biz, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle dediğini işittik: "İnsanlar bir münker görür de müdâhele edip önlemezse Allah'ın hepsine ulaşacak umumî bir ceza göndermesi yakındır."
İbnu Kesir, bu âyette yapma imkânı olduğu takdirde irşadın terkedileceğine dâir bir delil bulunmadığını belirtir. İbnu Kesir "imkân" kaydını koymuştur, zira irşad fitneye sebeb olacaksa bırakılması evlâdır.
Müfessirler açıklaması da şöyledir: “Burada emr-i bi'l-ma'ruf, nehy-i ani'l-münker emreden âyet te'kid edilmektedir. Zira âyet "Kendinize bakın" tâbiriyle din kardeşliğinize bakın, kâfirlerin dalâleti size zarar vermez. Birbirinize va'z, iyiliğe, hayrâta teşvik, kötülükten, günahlardan men sûretiyle birbirinizi koruyun, gözetin” demek istenmiştir.”
“Kendinize bakın” tâbiri, “kendinizi koruyun” mânasına da gelir, hakiki koruma ise emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'l-münkerle olur."