Darbecilik, fikir özgürlüğü müdür?
Ergenekon silahlı terör örgütü soruşturması yeni bir aşamaya geldi. Önceki dalga daha çok silahlı unsurlar üzerineydi.
Yani örgütün vurucu timi olduğu ileri sürülen asker ve polisler operasyonun hedefi olmuştu. Bu çerçevede muvazzaf subaylar ve çoğunluğu Özel Harekâtçı polisler tutuklanmıştı. Ele geçirilen krokiler takip edilerek bulunan cephanelikler, 'Av tüfekleriyle mi darbe yapacaklardı?' sulandırmasını boşa çıkarmıştı. Hoş, Metin Kaplan ve avenesinin oyuncak tüfekler ve piknik tüpleriyle ülkeyi ele geçireceğine bile inanmış bir topluluk var karşımızda. Ancak şimdi aynı kişiler onlarca bombaya, kilolarca plastik patlayıcıya burun kıvırıyor. Şapkadan çıkan son tavşanlardan biri "700 bin silahlı askeri olan bir ordu ortada dururken bu kadarcık cephaneyle ne yapabilirler?" sorusu. Darbecilerin düz mantıklı, makul insanlar olduğuna inanmamızı bekliyorlar. 27 Mayıs'ta darbecilerin büyük çoğunluğu alt rütbeli subaylardı. İhtilaldan sonra 235 generali ve 5.000 subayı emekli etmişlerdi. Talat Aydemir'in bir avuç Harbiye öğrencisiyle iki kez darbeye teşebbüs ettiğini de unutmamak gerekir. Kaldı ki bu defa orgeneraller, jandarma genel komutanı gibi üst düzey subaylar da suçlanıyor.
Bazı rektörleri ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyelerini içine alan yeni dalga ile ilgili ilginç itirazlar geliyor. Aslında daha önce de duyduğumuz sözler bunlar. Mesela, MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır, Ergenekon soruşturması kapsamında dün gözaltına alınan Başkent Üniversitesi Rektörü Mehmet Haberal'a destek vererek, "Sayın Haberal'ın, Kanal B Televizyonu'nun ve diğer birçok kişinin Cumhuriyet'e karşı, laik, demokratik devlet yapısına karşı hukuk dışı bir eylemin içinde olabileceğine ihtimal vermiyorum, kabul de etmiyorum." diyor. Şandır bu sözlerini hukuka saygı klişeleriyle bitiriyor. "İhtimal vermiyorum, kabul etmiyorum, siyasi iktidarın gündem değiştirme girişimidir" şeklinde söze girdikten sonra bu klişe saygı cümlelerinin anlamı kalmıyor.
'Filanca kişi suç işlemez' cümlesi masuniyet karinesinin de içini boşaltıyor. Evet, herkes, suçu mahkeme kararı ile sabit oluncaya kadar masumdur. Ancak bazı 'saygın' kişilerin suç işlemeyeceğine dair mutlak masuniyet sadece kast sisteminin geçerli olduğu düzenlerde olabilir. Demokrasilerde herkes kanun önünde eşittir, suç işleyebileceğine ihtimal verilir ve toplumdaki konumu ne olursa olsun aynı cezaya çarptırılır. Fikir hürriyetiyle darbe suçu da öyle birbirine karışacak konular değildir. Siyahla beyaz kadar net biçimde birbirinden ayrılabilir. Meşru zeminleri ve meşru araçları kullanarak herkes siyaset yapabilir, istediği kuruma muhalefet edebilir. Meşru zemin ve araçların kullanımına sadık kalınıp kalınmadığına mahkemeler karar verecek. Şu bir gerçek ki mevcut operasyonda düğmeye basılabilmesi için savcıların elinin yeterince güçlü olması gerekiyor. Hem mahkemeleri hem de kamuoyunu ikna edebilecek delillerin bulunduğunu düşünüyorum. Operasyonu yöneten yargı mensupları da muhataplarının konumlarının farkındadır. Baltayı taşa vurduklarında önlerine konacak fatura 'sarı çizmeli Mehmet ağa'nınkinden maalesef farklı olacaktır. Evet, maalesef farklı olacaktır. Aslında bir hukuk devletinde böyle bir farkın oluşmaması gerekir. İkinci iddianameden bir alıntıyla sivil unsurların doktriner katkısını anlamaya çalışalım. Cumhuriyetin temel niteliklerini koruma görevinin Anayasa'da belirtilen meşru organlara ait olduğu belirtildikten sonra şöyle deniyor: "Anayasamızın açık ve herkesin anlayabileceği düzenlemelerine karşın örgüt bu organları yok saymakta, cumhuriyetin niteliklerine anayasal tanım ve anlayış dışında örgütün illegal amaçlarına meşruiyet sağlama yönünde gayri meşru yaklaşımlar getirmektedir. Oluşturduğu paravan doktrin doğrultusunda, bu yaklaşımların doğurduğu illegal sonuçları korumak için terör yöntemleri kullanmaktadır." Yeni dalgayı bu paragrafla birlikte okumak aydınlatıcı olabilir.